2-Doğru tarih doğru dil

Samiha Ayverdi’nin Mektuplar-14 kitabından alıntılara devam ediyoruz. Yazarımıza göre Türk maarifinde baştan beri devam eden ve sola angaje olup milli değerlere sırt çeviren bir politika izlenmiştir. Bu sebeple önce “MAARİF” baştan ayağa düzeltilmelidir. Ayverdi, Turgut Özal’a yazdığı mektupta şu tavsiyede bulunur:
“İktidarın, kültür ve turizm tesisleri açmak, milli eğitimin ise, çıraklık kanunu çıkarmak, sporla haşır neşir olmak sayılmayacağını bilmesi lazımdır. Zira dünyadaki büyük iktisadi hamlelerin hepsinin temelinde şuurlu bir maarif ve kültür siyaseti yer almaktadır. Hususiyle Türkiye’deki sağ iktidarlar, yalnız fiziki yatırım ve üretim rakamlarına ve bunların büyümesine ehemmiyet vermişlerdir. Maarifi ihmal ederek yüzüstü bırakmışlardır. Daha doğrusu, solun kahredici hıyanetine terk etmişlerdir. Neticede de, devletine düşman, milletinden kopuk nesiller yetişmiştir. Gençliğe, doğru dil, doğru din, doğru tarih bilgisi verilmedikçe birbiri ardından gelen nesillerin vatan haini olmalarının önüne geçilemeyeceğine inanarak hiç değilse, bundan sonra ona göre hareket edilmelidir.”

Yazarımıza göre hükümet politikasında ağırlık merkezi olarak ilk ele alınması farz olan keyfiyet, Türk evlatlarına kendi dilini, dinini ve tarihini gereği gibi öğretecek bir maarif politikasının tez zamanda kurulması, ehil maarifçi kafaların harekete geçmesi, memleket için bir ölüm kalım meselesi olan bu hususun öncelikle ele alınmasıdır.

Türkiye’de bugün ilim sahaları da edebiyat alanları da boş bulunuyorsa sebebi, Türkçe’nin, yemiş olduğu ağır darbe altında un ufak olmasındandır.

İnsanlar kendi dilleri ile düşünüp, kendi dilleri ile konuşurlarsa, ilme de edebiyata da zemin hazırlanmış olur.
Maalesef bugün halimiz, yanan evin enkazı arasında işe yarayacak bir şeyler arayan kimse gibidir. Türkçe, vatan hainlerinin atış hedefi olmakta devam ederse, yarın ne Türk dili ne de Türk vatanı kalır. (s. 66-67)

SOL ZİHNİYET HAKİM
Ayverdi ısrarla, Türk maarifinin sahipsizliğinden, daha doğrusu sol kesimin pençesi altında olmasından yakınır. Gene Özal dönemindeyiz, yazar tekrar tarihi özetler: “Cumhuriyet Halk Partisi’nden zaten başka bir şey beklenemezdi. 1950’de halk, hemen yüzde elli sekize yakın bir ekseriyetle Demokrat Parti’ye oy vermekle Halk Partisi’ne olan hıncını almış ve ümit ile Demokrat Parti’ye dört elle sarılmış, sevincinden adeta zıplamıştı. Ancak büyük kütle, ana meselenin maarife gereken çeki düzeni vermek olduğunu bilemedi. Tabii bilemezdi de. Fakat bunu iktidar da bilemedi. Eğer bilseydi, gençliği milli-manevi bir ruh ile terbiye etmiş olsaydı o zaman henüz on yaşında olan ve şer kuvvetleri 27 Mayıs İhtilali’ni yaptığı zaman yirmi yaşına girmiş bulunan gençlik içinde bu durumu tasvip edecek bir tek üniversite talebesi bulmak mümkün olmayacaktı.

Derken Demirel geldi. Ama onun da eli yine maarife uzanmadı. Demokratlar, maarifi istedikleri gibi evirip çevirebilirlerdi. Fakat, kimse sol kesime: Dur! Demediği için o güruh biraz daha şımardı ve kuvvet kazandı. Bu milli ihtiyacı Demirel de anlamadı. Ama hiç anlamadı.

ANAVATAN İKTİDARI
Ne ise nöbet, Ecevit’in mahdut iktidarından sonra dönüp dolaşarak sizin partinize Özal’ın Anavata Partisi) geldi. İtiraf edelim ki Sayın Başbakan, maarifte ne gibi temel maarif politikası meydana getirildi, zannediyorum ki buna sarih bir cevap verilemez. Artık sol iyice işi azıtmış bulunuyor. İşiniz güç. Ama marifet, zor işlerin üstesinden gelmektir. Usta kaptan, gemisini azgın denizlerde de iyi idare eder. Tekrar söylüyorum. Sizin de memleketin de yapacağınız iş o mevkie bir ehil ve muktedir kimseyi getirmek ve selahiyet vermektir.

Elbette basın şirretliğinden ve mesuliyetsizliğinden ağzına her geleni söylemekle sanki (haşa) Hak tarafından memur edilmiş gibi küstahlık edecektir.
Ne çare ki onların da sırtını okşayıp dişlerini çıkarttırmamak da ayrı bir marifet ve umur-ı devlet sırrıdır.

Geçen dönemde bir Vehbi Dinçerler, bir Emiroğlu geldiler ve iz dahi bırakamadan çekildiler. İkisi de dürüst kimseler olabilir, yetmez ki… Hem dürüst hem de bilgili ve çakır pençe olması gerek.”

Ayverdi burada bir tavsiyede bulunur: “Bari bundan sonra son fırsatı kaçırmayın! O mevkie hayalen uygun bulduğum bir isim var: Mehmed Turgut Bey. Devletin dümenini ele almanın en büyük alamet-i farikası memleketin ihtiyacı mevzuubahis olunca kendi gururundan feda edebilmektir.” ( s.70)

MİLLİ HEYECAN GEREK
Ayverdi’ye göre: Memleketin çektiği ızdırabın ana kaynağını şimdiye kadar bir Milli Maarif politikası kurup gençliği milli heyecan, tarihi ve hamasi güçten mahrum yetiştirmiş olmamızın acı neticesinden başka sebepte aramamak lazımdır. Öyle ki kafası kadar vicdanı da terbiye olmamış nesillerden bugünkü payesiz, basiretsiz, yıkıcı ve şaşkın kütlelerden başka ne beklenir. ( s.90)

“Dış düşmanlardan, ancak düşmanlık beklenir, yadırganmaz. Ama vatan evlatlarından, kendi topraklarına teveccüh eden düşmanlık, elbette akla da vicdana da sığmaz bir hıyanet ve cinayettir.

Ne ki bu vatan evlatlarını düşman haline getirenler biziz. Şöyle ki: Bir milletin hayat sigortası demek olan dili, cani ve gaddar ellerde kurban edilir, tarihi ve imanı çürütülüp gözden düşürülürse, memleket sathında hüküm süren böyle gayrımilli bir eğitimle, kökünden koparılmış nesillerin, dış düşmanlar tarafından, ya menfaat ya da gaflet tuzağına düşürülmelerine nasıl şaşılır.” Devam edecek