20. ASRIN BAŞINDA TİRE’DEKİ TASAVVUF KÜLTÜRÜNDEN BİR KESİT

Tire 1072’de Büyük Selçuklular’la tanıştı. Haçlı istilasından sonra 1186’da fethedildi. Beylikler döneminde önemli bir merkez oldu. 1396’da Yıldırım Beyazıt tarafından Osmanlı topraklarına katıldı.

Anadolu ve Balkanların fethi sırasında çeşitli tasavvuf grupları da hizmet gördü. Zaman içinde bunlar bulundukları yerlerde tekke ve zaviye gibi mekanlar edinerek halkın manevi eğitimi konusunda görev üstlendiler. Bu verimli ve bereketli kurumlardan en fazla nasibini alan bölgelerimizden biri Tire ve çevresidir.

Nitekim bu beldemizde, yerleşimin ilk zamanlarından itibaren zaviyelerin daha yoğun olduğu, meselâ cami ve mescidlerin sayıca zaviyelerden sonra geldiği, bu yapıların, sonraki asırlarda çoğunlukla camiye dönüştürüldüğü ifade edilir.1 Evliya Çelebi (1611-1684) şehri ziyaret ettiği sırada (1671) Tire’de 70 tekke ve 30 medresenin varlığından söz eder.2 Dergahların en ulusu olarak Arap Bınarı tekkesini gösteren seyyahımız, buranın şeyhinin Bursa’daki Üftade hazretlerinin halifelerinden Halvetiye tarikatine mensup İbrahim Efendi olduğunu, civar köy ve kasabalarda yirmi bini aşkın müridi bulunduğunu ifade eder.3

Bu tebliğde, 20 yüzyılın ilk yarısında Tire’deki tasavvufi hayata dair bir kesit sunulacaktır. Başlıca kaynağımız ise Lütfi Filiz’in “Evveli Nokta Ahiri Nokta” adlı hâtıra kitabıdır.4 Kendisi Tire’li bir mutasavvıf olup, 1911’den 1988’e kadar bu ilçede yaşamış bir kültür, sanat ve irfan adamıdır. Mederese tahsiline başlamışken 1924’te bu kurumların kapatılmasıyla tahsili yarım kalmışsa da kendi kendini yetiştirmiş ve muteber bir meslek olan saatçilikle5 meşgul olmuştur.

Lütfi Filiz’in (1911-2007) beyanına göre Tire’nin manevi hayatı çok zengindi. Mevlevi, Bektaşi, Nakşi, Kadiri, Rifai hemen hemen her tarikatten insan bulmak mükündü. Bektaşiler hoşsohbet ve nüktedan kimselerdi. Bir örnek verir:

“Şevki Dede adında çok sevdiğim bir Bektaşi babası vardı. Ramazan arifesinde Dede’nin oruç tutmadığını bilen mukallit biri, Dede’yi berberde tıraş olurken yakalayıp da ‘Bugün arife, yarın Ramazan!’ diye laf çarpınca, Şevki Dede istifini bozmadan: ‘Oğlum, Ramazan arsızdır, her sene on gün önce gelir… Ama Şevki Dede bir giderse bir daha gelmez!..’ deyiverir.”6

Filiz’in çocukluğundan iki hatırası şöyle: Mahallelerindeki Rifai tekkesinin geniş bahçesi, arkadaşlarıyla değişmez oyun yerlerinden biridir. Orada yapılan zikirler sırasında hayal meyal burhan gösterilerini hatırlar. Bir gün oyun oynamaktansa zikreden dervişleri seyretmeye başlar. Dervişlerin boş bıraktığı ortadaki boş yere usul uusul yanaşır ve onların yaptığı zikir hareketlerini taklid etmeye çalışır. (s. 67)

İkincisi, bir bayram ziyareti dönüşünde babası rastladığı eskiciye çok büyük hürmet gösterip elini öper. Küçük Lütfi’nin de el öpmesini ister. Eğilip öperken eskici amca, sevgiyle çenesini tutup avucunun içini de öptürür. Sebebini seneler sonra öğrenir; elin üstü dünyayı, avuç içi ise ahireti temsil edermiş ve bu iki dünyanın birleştiği makam da insan bedeniymiş. Daha sonra eskici amcanın, Uşşaki şeyhi Tireli Kaygusuz Dede olduğunu öğrenecektir. (s. 82)

*

Tire Mevlevihanesi’nin son şeyhi Hayrullah Dede (ö. 1347/1928) meşhurdur. Mevlevihanenin geçmiş yıllarına dair fazla bilgiye sahip değiliz. Konuyla ilgili eserlerde sadece ismine ve son şeyhin adına rastlanmaktadır.7 İcazetini Eskişehir Mevlevihanesi postnişini Hasan Dede’den alan Hayrullah Dede, aynı zamanda Kadirî ve Melâmî hilafeti olan bir zattır. 1916’daki büyük Tire yangını sırasında, Mevlevihane de yanınca Dede İzmir’e göçmüş, dergahın muhibler tarafından onarılması üzerine Tire’ye dönmüştür.8

Tire’de iflah bir kumar müptelası olan Galip adında biri bu illetten bir türlü kurtulamaz. Son olarak Hayrullah Dede’ye başvurur, tövbe edip tekkeye sığınır. “Ne yapacaksın bu kumarbazı?” diye kendisine tarizde bulunanlara Dede şöyle cevap verir: “Mürşide üç çeşit mürit lazımdır: Tirit, mürit, kör yiğit. Galip de bizim kör yiğidimiz olsun!” Hikmet bu ya, o tarihten sonra Galip tekkenin güvenlik görevlisi ve gönülden bağlı bir mürit olmuş, bir daha da kumar oynamamış. (s. 25)

İzmir Mevlevihanesi şeyh Nûreddin Efendi vefat edince (1920) yerine oğlu Mehmet Celâleddin postnişin oldu. Posta oturma merâsimi Tire Mevlevî şeyhi Hayrullah Efendi tarafından icrâ edildi.9

Lütfi Filiz, Tire Mevlevihanesi’nin 20. asrın başlarındaki durumu hakkında bilgi verir. Hayrullah Dede’nin üç halifesinden biri olan Konyalı Mustafa Efendi, mesleği saatçilik olan Lütfi Filiz’e saatini tamir ettirir ve bu genç adamı sever. Bir gün Lütfi Filiz’in babasının10 koluna yapışır ve şöyle der: “Sen Nakşisin değil mi hoca efendi? Lâkin haberin olsun, ben senin bu evladını Mevlevi yapacağım.” Edepli ve saygılı biri olan babası “Himmet buyurursunuz” der. Böylece onun Mevlevilik macerası başlar. (s. 109)

Lütfi Filiz’in tarifine göre, Tire Mevlevihanesi Ulucami civarında Bahariye Mahallesi Uzun İrim sokakta idi. Zamanla yıkıldı, 1980 sonlarına kadar boş arsa olarak kaldı. Mülkiyeti özel idi, daha sonra varisler buraya apartman yaptırdı. Lütfi Filiz şöyle tarif eder:

“Yolunuz Tire’ye düşecek olursa uzun İrim sokak 8 numaraya uğrarsanız eğer, göreceğiniz apartmanın yerinde bir zamanların Tire Mevlevihanesi’nin bulunduğunu düşünüp, bir Fatiha da Hayrullah Baba için okuyun.” (s. 108)

*

1925’te bütün tekke ve zaviyelerin kapatılması, Türkiye’de tasavvufi hayat için önemli bir kırılma noktasıdır. Yasak şiddetle uygulanmış ve o güne kadar toplumda önemli bir konuma asahip olan şeyhler itibarsız hale düşürülmüştür. Lütfi Filiz tekkelerin kapatılmasından ima yoluyla bile olsa hiç söz etmez. O sırada kendisi 14 yaşında olduğu için belki meselenin ehemmiyetinin tam da farkında olmayabilir. Veya bu konuyu gündeme taşımak istememiştir. Esasen kendisi deryadil, iyimser ve olumlu bir yapıya sahip görünüyor. Hatıralarını okurken Tire’de tasavvufi hayatın, daha dar çerçevede ve ferdî planda da olsa 1925’ten sonra bile kesintisiz devam ettiği izlenimi hissedilmektedir. Kendi macerası söz konusu olunca, gene de arada 14-15 senelik bir boşluk olduğu söylenebilir.

*

Şimdi anlatılacak olanların 1938-40 senelerine tekabül ettiğini tahmin ediyorum. Filiz 28 yaşlarındadır, artık konuya daha ciddi olarak eğildiği görünüyor. Dervişlere küçüklüğünden beri muhabbeti olduğunu, onlarla her karşılaştığında sohbet ve iltifat ettiğini belirtir. “Allah’a yakın olana Allah da yakın olur” sözününden haberdar olduğunu, Tire’nin böyle kimseler bakımından hiç de fakir sayılmadığını söyler.

İbadetlerini eksiksiz yerine getiren, abit, zahit bir kimse olmasına rağmen aradığı iç tatminden uzaktır. Şöyle der. “Namaz kılmaktan nasır tutacak kadar morarmıştı alnım, ama duymam gereken huzurdan fersah fersah uzaktım, bir şeyler eksikti.” (s. 129) İçinde fırtınalar kaynarken gördüğü çarpıcı bir rüya sonucu Mevlevi Osman Dede’ya ikrar verir. Tam adı Osman Nuri Semerci olan bu zat maişetini semercilik yaparak kazanan biridir. Babası İzmirli bir Bektaşi olan Osman Dede, Ustrumca’daki askerliği sırasında Melâmiliğe girmiş, dönüşte Kulalı başka bir Melami şeyhinden dersini tamamlamış, en sonunda Kahire Mevlevihanesi’nde çile çıkarıp Mevlevi dedesi olmuş biridir.Tire’ye geliş sebebini: “Oğlum, sen dağda açmış bir gülsün. Ben buraya sadece senin için geldim” diye açıklamıştır.

Osman Dede’nin eğitiminde çok çetin sınavlardan geçecek olan L. Filiz’in manevi mertebesi yükselmiş, ölmeden evvel ölmeyi öğrenmiş, birtakım olağan üstü haller yaşamış, sabır ve rızayı hâl edinmiş, ibadetlerinde zevk alma dönemi başlamıştır.

Osman Dede 1949’da vefat ettiğinde Filiz’le birlikte ihvanından iki kişiye daha hatm-i meratib ettirmişti. Tire mezarlığına defnedildi, mahviyet sahibi biri olduğu için mezarına taş diklilmemesini vasiyet etti. Bu yüzden yeri belli değildir.

*

Lütfi Filiz’in musiki kabiliyeti ve merakı vardır. 1950 başlarından itibaren ney sazına sevdalanır. Musiki arkadaşlarının çoğu tarikat erbabıdır. Tire Belediyesine gelen fen memuru Kazım Demiraslan aynı zamanfa bir Kadiri şeyhidir. Mustafa Payat Dede, Gelibolu Mevlevihanesinde yetişmiş, musiki ve meşk neşvesine sahip biridir.

Musiki ile meşgul olan esnaftan başka kimseler de vardır. “Tire İleri Türk Musikisi ve Sahne Sevenler Cemiyeti” adıyla bir dernek kurup çalışmalara başlarlar. İzmir Radyosundan Arif Sami Toker haftada bir gün Tire’ye gelerek kendilerini yetiştirir. Birçok konser ve temsil verirler. Bu arada L. Filiz, Mustafa Payat Dede’den Mevlevi ayinlerinin usul ve erkânını öğrenir. Üç sene boyunca 17 Aralık Şeb-i Arus gecelerinde Mevlevi ayini icra ederler.

Bu arada Filiz Zâkirbaşı Şevki Dede adlı, sık görüştüğü ve hoş tuttuğu birinden bahseder. “Son derece tok, inanılmaz gür bir sese sahipti ve bu güce olanca cezbesini katarak söylediği ilâhilerle dinleyen herkesi kendinden geçirirdi. Gelgelelim, bir zaman Rifai tarikinde ilerledikten sonra, bu bizim Şevki Dede’nin içkiye müptelâ olacağı tutmuş, öylelikle de Rifai dervişliğini bırakıp Bektaşilikte karar kılmıştı.” (s. 195)

27 Mayıs 1960 ihtilâlinden sonra Tire İleri Türk Musiki Cemiyetinin çok verimli faaliyetleri sekteye uğrar. Hemen hemen kimse uğramaz olunca L. Filiz bu cemiyeti lağveder. Bundan sonra tekrar arayışa geçer.

*

Konu başlığınndaki “XX. Asrın İlk yarısı” ifadesini bir yana bırakıp, kaynağımız olan Lütfi Filiz’in hikâyesinin bundan sonrasını özetleyelim. Kendisine hilâfet de veren ilk mürşidi Osman Dede vefat edeli on sene olmuştu. Anlaşılan o ki çilesi henüz dolmamıştı. İç dünyası adam akıllı zenginleşmesine rağmen yeniden yanıp yakılmaya başladı, dudağını uzatacak yeni bir irfan pınarı aramaya koyuldu. Sonunda onu İzmir’de buldu. Şapkacı Aziz diye bilinen Abdülaziz Şenol’a intisab etti. Abdülaziz Şenol (1895-1981), Nakşi, Şazeli ve Rifai tarikatlerinden icazetli “derya deniz” idi. Hiçbir zaman şeyhlik iddiası olmayan, şeyh edâsıyla yaşamayan “sırlı” bir zat idi. Mensuplarına manevi eğitimini, geleneksel tarikat usullerine göre değil tamamen sohbetle verirdi. Filiz’in ifadesiyle: “Aziz Dede, dervişanı sohbetle yetiştirir, sohbetle pişirir, sohbetle yakıp kavurur… Ve sonra da, elbette nasibi olanlar için insan-ı kâmil ederdi bu sohbetle.”

Filiz, şimdiye kadar ki tasavvufi birikimine rağmen Aziz Dede’nin kapısına vardığında halini şu beyitle arzetti:

Ben kitâb-ı kâinâtı hatmetmiş sanırdım sevgilim

Kadd-i mevzûnunu görüp tekrar eliften başladım.

Aziz Dede’nin sohbetlerinden büyük feyz aldı. 1979’da 56 yıl aralıksız icra ettiği baba mesleği olan saatçiliği bıraktı, kendini tamamen okumaya, sohbet ve maneviyata verdi. Aziz Dede, yerine halife olarak kendisini bırakmıştı. Pîrinin mezar taşı için yazdığı tarih düşürme beyti şöyledir:

Adı Abdülaziz Şenol, ilâhî mahlası Kenzî

Oku bir fâtiha şâd ol, sana ilham olur feyzi

L. Filiz, 1988’de 77 yılını geçirdiği Tire’den İstanbul’a taşındı. Kendi yaptığı sohbetleri banttan deşifre edilerek Noktanın Sonsuzluğu adıyla dört cil halinde basıldı.11 Ayrıca şiirleri Fânî Dîvanı adıyla, stüdyoda kendi sesiyle okuduğu doğuşları da bir albüm halinde, oğlu neyzen Aziz Şenol Filiz tarafından aynı yayınevinden çıkarıldı.

Lütfi Filiz’in hatıra kitabı şu hâtime dörtlüğü ile son buluyor:

Ömür boyu hayat sürdü İstanbul’da Tire’de

Fânî iken gizlendi hep bâkî olan dillerde

Gördü dâim dost yüzünü kâinatta her yerde

Oku bir Fâtiha şâd ol, neşe olsun kalplerde

SONUÇ

Tire maddi-manevi bakımdan verimli ve bereketli bir beldemizdir. Tarih içinde Tire’de hemen hemen bütün tarikatlerin ve zengin bir tasavvufi muhitin var olduğu görülür. Evliya Çelebi, ziyareti sırasında Tire’de 70 adet tekke bulunduğunu yazar. Bu kurumlardan yayılan irfan ve ahlâkın Tire halkına bir bir şekilde etkisi olacağı muhakkaktır.

Tireli Mutasavvıf Lütfi Filiz’in hatıralarından öğrendiğimize göre XX. yüzyılın ilk yarısında bu tasavvuf geleneğinin devam ettiği ve çeşitli tasavvuf büyüklerinin bulunduğu görülür. 1925’te tekkelerin kapatılmasından sonra da ferdi planda ve bire bir ilişki şeklinde tasavvufi faaliyetlerin devam ettiği anlaşılıyor. Buna bağlı olarak verimli bir musiki çevresinin varlığı da dikkati çeker.

(Tire Araştırmaları Sempozyumu için hazırlanan tebliğ metni, İzmir/Tire, 12-13 Mart, 2015)

1 Bk. A.Munis Armağan, Yeşil Tire, Tire Belediyesi yayını,1991.
2 Zekai Mete, “Tire”, DİA, c. 41, s. 195-196
3 Evliya çelebi Seyahatnamesi, Yapı KY, İstanbul, 2005, c. IX, s. 90
4 Lütfi Filiz, Evveli Nokta Ahiri Nokta, Pan yayncılık, İstanbul, 2006
5 Saatçiliğin fazileti ve saatin batınî yönüyle ilgili bk. Age, s. 109-110
6 Age, s. 24. Bundan sonra, bu kitapta ait sayfalar metin içinde gösterilecektir.
7 Abdülbaki Gölpınrlı, Mevlanadan Sonra Mevleviklik, İstanbul, 1953, s. 335; Sezai Küçük, Mevleviliğin Son Yüzyılı, vefa yayıncılık, İstanbul, 2007, s. 304
8 Sezai Küçük, age, s. 304; Hayrullah Dede için ayrıca bk. Abdülbaki Gölpınarlı, Melamilik ve Melamiler, 2. baskı, Pan yayıncılık, İstanbul, 1992, s. 315
9 Ünal Şenel, “İzmir’de Mevlevîlik ve Tasavvuf Çevreleri, Bize Göre Dergisi, sayı: 20-21, İzmir, 2008.
10 Lütfi Filiz’in babası Abdurrahman Efendi saatçilik yapan ve oğluna da mesleği öğreten abit, zahit müttaki bir insandır. Şu özelliği dikkat çekicidir: “Babam Abdurrahman Efendi, dükkanı açmadan önce ‘Ya müfettiha’l-ebvab, iftah lena hayra’l-bab. Ya Kerîm, ya Vehhab, ya Bâsita’r-rızk, ya Müsebbibe’l-esbab’ duasını okurdu. Manası: “Ey kapıları açan Allahım, bize hayır kapılarını aç. Ey kerem sahibi, cömert, ey çok bağış sahibi, ey rızıkları dağıtan, ey sebepleri var eden Allah’ım..’ demekti. Daha o yıllarda ezberlemiş olduğum bu duayı, sonraki senelerde kendi dükkanımı her açışımda ben de her sabah okuyacaktım.” (s. 36)
11 Lütfi Filiz, Noktanın Sonsuzluğu, I-IV cilt, Pan yayıncılık, İstanbul, 1998-2000

1 yorum

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.