Olup bitenler içimizi karartıyor. Her gün şehitlerimiz geliyor. İnsanlık dışı terörle masum insanlar ölüyor. Bütün bunlarla kalbimiz kanıyor. Ülkemiz bir ateş çemberi içinde. Tecavüz haberleri midemizi kaldırıyor. Hepten bittik mi yoksa?
Hayır. Celal rüzgarları biraz kuvvetli esiyor, ama Cemal de var. Kötüler gözümüzü yıldırmasın. Asil insanlarımızın sayısı zannettiğimizden çoktur. Onlar sayesindedir ki toplum yapımız güçlüdür.
Günümüzden iki örnek sunmak istiyorum.
İsmail Kara babasının hatıralarını yayımladı: “Kutuz Hoca’nın Hatıraları Cumhuriyet Devrinde Bir Köy Hocası”. Oradan öğrendiğimize göre, Kutuz Hoca emekli olunca her memura verilen ikramiyeyi, kendisi ve aile fertleri için harcamak istemez. Hepsini kamu yararına derneklere bağışlar.
Halbuki o günlerde iki oğlu yüksek tahsildedir. Yeni asistan olan büyük oğlu ise teziyle ilgili kaynak kitapları almada zorlanıyor. Bu ihtiyacını bildirince babası şöyle der: “Sana o paradan veremem. Fakat ihtiyacın olan kitapları al, okulun kütüphanesine kaydet, ücretini ben veririm.” Oğlu da öyle yapar.
Şöyle düşünüyor olmalı: Ben çalışırken maaşımı aldım, ikramiye de nereden çıktı?
İşte bu gönül tokluğudur, insanımızın mayasında vardır.
Şu çok yeni bilgiyi Nilgün Bıyıklı’nın Facebook sayfasından aldım:
Bugün ders esnasında öğrencilerimden birinin ayakkabılarına takıldı gözlerim. Baktım, ön tarafını alüminyum folyo ile kaplamış. Teneffüste bulup sordum: Neden folyo yapıştırdın ayakkabılarının ön tarafına dedim. Çünkü yırtık, dedi. Kalbim sızladı resmen. Sonra annesini okula davet ettim.
Evi yakındı, on dakika sonra geldi. Anne otuz yaşlarında ve beş çocukluydu.
Kendisine çocuğun ayakkabılarındaki folyolardan haberi olup olmadığını sordum. Haberi yokmuş. “Babası köyde, gelince ayakkabı alacağız” dedi. Yoksul bir aile, tek maaş, ev kira.
“Ayşe Hanım, ona bir çift ayakkabıyı ben almak istiyorum kabul ederseniz, lütfen” dedim. Üzgün fakat vakur bir ifadeyle: “Siz çok iyi bir insansınız hocam, fakat kabul edemem” dedi. Hiç abartısız yaklaşık 20 dakika kabul etmesi için ısrarda bulundum. Hatta bir ara uzattığım parayı alacak gibi oldu. Sonra ne düşündüyse yine reddetti.
Teşekkür etti, bana sarıldı ve gitti. Ardından sessizce ağladım.
Nilgün Hanım’ı tanımıyorum. İnternete baktım, Türkçe öğretmeniymiş, yayımlanmış iki tane de hikaye kitabı var. Bu duygu yüklü olayı yazımda kullanmak üzere mesajla kendisinden izin istedim. Sonrasını gene mesajla bildirdi:
Hoca Hanım sessizce ağlamakla kalmaz, kendince güzel bir çözüm bulur: Sınıfta ödüllü bir hikaye yarışması açar. Yarışmayı kazananın o çocuk olduğunu ilan eder. Ödül, bir çift yeni spor ayakkabıdır.
Bir yanıt bırakın