Necdet Subaşı İlahiyat kökenli bir sosyolog. Son senelerde bu nosyonuna uygun görevlerde bulundu.
Uzun süren “Alevi Çalıştayları”nın koordinatörlüğünü yaptı. Halen de tv programları ve konferanslarıyla değerli hizmetler veriyor.
Subaşı’nın, bilimsel yayınları dışında son bir yılda 4 kitabı çıktı. Bunlar kısmen hatıra, kısmen deneme; kolay okunan yazılardan oluşuyor. Necdet Bey iyi bir gözlemci. Gündelik hayattan, sıradan olaylardan hareketle; Türk insanının sosyal yapısına ve zihin dünyasına dair düşündürücü, duygulandırıcı tasvirler yapıyor.
Ama bunu bilgiçlik taslayarak ve karmaşık teorilerden hareketle değil; rahat, sade, candan bir sohbet üslubuyla sunuyor.
Kitaplarından birinin adı “Ramazan Hikayeleri” (Dergah yayını). Burada yakın dönem Ramazanlarına bakışlar var.
Bunlar, muhafazakar çevrelere tanıdık gelecek Ramazan hatıraları denebilir. Sözü kendisine bırakalım:
Benim dinle-imanla tanışmam söz konusu değildi. Ben zaten kendimi dinin içinde bulmuştum. Anneme babama ne kadar dua etsem azdı. Onlar kendi elleriyle beni inşa etmişlerdi.
Bir kültürün içine doğmak oruçla ayan beyan belli olurdu. Ailenizden belki dinin diğer rükünlerine itibar etmeyenler olurdu, ama oruç herkesin evinde canlı ve capcanlıydı.
O kadar kuşatıcıydı ki biz oruç tutmamak diye bir şey olsa muhal bilirdik.
Ben tam olarak hala hissedebilmiş değilim ama bizimkiler için Ramazan basbayağı bir misafirdi. Oruç bize misafirliğe gelirdi ve her şeyden önce o bir “Tanrı misafiri” olarak muamele görmeyi hak ederdi.
Bize düşen onu layıkı veçhile karşılamak, güzelce ağırlamak, ona iyi davranmak, onu hoş etmek ve vakti saati gelince de adabınca uğurlamaktı.
Çok erken yaşlarımda, kimdendi şimdi hatırlamıyorum, çok besleyici bir hadis öğrenmiş, o sözü söylemek zorunda kalacağım anlar için, gençlik heyecanı işte, resmen beklentiye girmiştim. Eğer biri bana bulaşır, üstüme üstüme gelirse, ben ona büyük bir cesaretle “orucum” diyecektim.
Karşımdaki de bu kültür içinde bu hadisin anlamını bilecek ve derhal suspus olacaktık. Haddimizi bilecek adam olacaktık. Bu sözü söylediğim için tabii ki adam olacaktım, karşımdakini hizaya getirecektim. Şimdi anlıyorum ki bir ömür boyu beklemişim ama bu hadisi kullanabileceğim hiçbir an yaşamamışım. Oysa bu gerçekleşseydi ben kim bilir neler demiş olacaktım?
Sahurda dünyanın en güzel nimetleri yenmezdi, sahurda ne yesek dünyanın en güzel nimeti olurdu. Annem sahurda başka anne olurdu yemin ederim, babam oruca niyetlenirken daha büyük bir adam olurdu; görürdüm. Ben onlara yetişmeye çalışırdım, ben sahura kalkardım.
Çocukluğumun Ramazanları, o minnacık aklımla, kaç saatti, kaç dakikaydı, bilmiyorum.
Bizim adımıza konuşan bilgiç hocalar yoktu.
Bir yanıt bırakın