Farklı bir ölüm anlayışı

1960-1970 arası Türkiye’de ideoloik kavgalar vardı.
1961 Anayasası’ndan sonra Marksist söylem, edebiyatta romanda, tiyatroda çok etkili oldu.
Bu bir modaydı.
Önce Berthold Brecht’in epik tiyatro türü piyesleri sahneye kondu. Brecht, eserlerinde “Marksist yorum”u sahneye taşıyan yazardır. Genel teması, egemen sınıflar ve ezilenler arasındaki çatışmalardır.
Haldun Taner Brecht’in etkisiyle piyesler yazdı. Keşanlı Ali Destanı bunun tipik bir örneğidir.
60’lı ve 70’li yıllarda İstanbul’un gecekondu semtleri sınıf mücadelesinin laboratuvarı gibiydi.
H. Taner temelde gecekondu sorununu ele alır, senelerdir ağaların hakim olduğu sömürü düzenine baş eğen halk, kendi çıkarlarını koruyacak bir kahraman yaratır: Keşanlı Ali.
Bu müzikal eserde gecekondu halkının sosyal seviyesi, sınıf farkı, seçim politikaları, devlet dairelerindeki bürokrasi ve rüşvet olayları, devletin gecekondularla ilgili politikaları eleştirel bir bakışla ele alınır.

MUTLU EVLİLİK

Keşanlı Ali Destanı’nı o yıllarda İstanbul’da seyrettim. Engin Cezzar usturaya vurulmuş iri kafası, göğüs bağır açık kıyafetiyle sevimli bir külhanbeyi, bir destan kahramanıydı.
Yine o senelerde sağcı gençler bu tür oyunların sahnelendiği yerleri basardı. Çok sonraları öğrendik ki, bizdeki sağ-sol kavgalarını, soğuk savaş döneminin Sovyetler’i ve ABD’si kışkırtmış.
Engin Cezzar, Gülriz Sururi ile evliydi. 46 sene mutlu bir hayat sürdüler. Son 6 yılını felçli geçiren Cezzar’a eşinin çok iyi baktığını, Ayşe Arman’a verdiği röportajdan öğreniyoruz.
82 yaşında ölen sanatçının vasiyeti üzerine cenaze töreni düzenlenmedi.
Vefat haberi, Engin Cezzar toprağa verildikten sonra duyuruldu.

“HER ŞEY BİTTİ”

Gülriz Sururi ile yapılan röportajdan bir bölüm şöyle:

– Biricik eşinizin şimdi daha iyi bir yerde olduğuna inanıyor musunuz?

– Hayır! Çünkü biz cennetimizi de cehennemimizi de bu dünyada yaşadık. Cennet ve cehennemin de ayrı ayrı dönemlerde yaşandığına da inanmıyorum.
Bir gün içinde insan cehenneme girip, sonra kurtulup, yeşil çimlerin üzerinde cenneti yaşayabilir…

– Neden daha iyi bir yere gittiğini düşünmek istemiyorsunuz?

– Devam eden bir şey yok bence. Bitti, gitti. Elektriğin düğmesini kapatmak gibi. Artık simsiyah. Bence, ölümden sonra bir şey yok. Ruhlara inanılıyorsa, isterim ki ruhu çok güzel bir bebeğe gitmiş olsun. Ama ruh, hatırlayamadığına göre beni de hatırlamayacak.

– Zor kabul etmek…
1960-1970 arası Türkiye’de ideoloik kavgalar vardı.
1961 Anayasası’ndan sonra Marksist söylem, edebiyatta romanda, tiyatroda çok etkili oldu.
Bu bir modaydı.
Önce Berthold Brecht’in epik tiyatro türü piyesleri sahneye kondu. Brecht, eserlerinde “Marksist yorum”u sahneye taşıyan yazardır. Genel teması, egemen sınıflar ve ezilenler arasındaki çatışmalardır.
Haldun Taner Brecht’in etkisiyle piyesler yazdı. Keşanlı Ali Destanı bunun tipik bir örneğidir.
60’lı ve 70’li yıllarda İstanbul’un gecekondu semtleri sınıf mücadelesinin laboratuvarı gibiydi.
H. Taner temelde gecekondu sorununu ele alır, senelerdir ağaların hakim olduğu sömürü düzenine baş eğen halk, kendi çıkarlarını koruyacak bir kahraman yaratır: Keşanlı Ali.
Bu müzikal eserde gecekondu halkının sosyal seviyesi, sınıf farkı, seçim politikaları, devlet dairelerindeki bürokrasi ve rüşvet olayları, devletin gecekondularla ilgili politikaları eleştirel bir bakışla ele alınır.

MUTLU EVLİLİK

Keşanlı Ali Destanı’nı o yıllarda İstanbul’da seyrettim. Engin Cezzar usturaya vurulmuş iri kafası, göğüs bağır açık kıyafetiyle sevimli bir külhanbeyi, bir destan kahramanıydı.
Yine o senelerde sağcı gençler bu tür oyunların sahnelendiği yerleri basardı. Çok sonraları öğrendik ki, bizdeki sağ-sol kavgalarını, soğuk savaş döneminin Sovyetler’i ve ABD’si kışkırtmış.
Engin Cezzar, Gülriz Sururi ile evliydi. 46 sene mutlu bir hayat sürdüler. Son 6 yılını felçli geçiren Cezzar’a eşinin çok iyi baktığını, Ayşe Arman’a verdiği röportajdan öğreniyoruz.
82 yaşında ölen sanatçının vasiyeti üzerine cenaze töreni düzenlenmedi.
Vefat haberi, Engin Cezzar toprağa verildikten sonra duyuruldu.

“HER ŞEY BİTTİ”

Gülriz Sururi ile yapılan röportajdan bir bölüm şöyle:

– Biricik eşinizin şimdi daha iyi bir yerde olduğuna inanıyor musunuz?

– Hayır! Çünkü biz cennetimizi de cehennemimizi de bu dünyada yaşadık. Cennet ve cehennemin de ayrı ayrı dönemlerde yaşandığına da inanmıyorum.
Bir gün içinde insan cehenneme girip, sonra kurtulup, yeşil çimlerin üzerinde cenneti yaşayabilir…

– Neden daha iyi bir yere gittiğini düşünmek istemiyorsunuz?

– Devam eden bir şey yok bence. Bitti, gitti. Elektriğin düğmesini kapatmak gibi. Artık simsiyah. Bence, ölümden sonra bir şey yok. Ruhlara inanılıyorsa, isterim ki ruhu çok güzel bir bebeğe gitmiş olsun. Ama ruh, hatırlayamadığına göre beni de hatırlamayacak.

– Zor kabul etmek…

– Teselliye ihtiyacım yok ki!

– Peki bir daha kavuşacağınıza inanıyor musunuz?

– Katiyyen… Şairin dediği gibi, “Bir testinin kulbunda buluşabiliriz belki bir gün…” Toprak olarak yani!

Nasıl bu kadar gerçekçi olabiliyorsunuz?

– Bilmiyorum. Annesiz büyümemin etkisi olabilir. Yaşadığım çocukluğun etkisi olabilir. Her zaman çok gerçekçi oldum. Ben başkalarını aldatmam, kendimi de aldatmam. Kendimi çok seviyorum ve çok saygı duyuyorum.
Birkaç senedir fiziğimi pek beğenmiyorum o ayrı ama insan olarak kendimi takdir ediyorum.
– Teselliye ihtiyacım yok ki!

– Peki bir daha kavuşacağınıza inanıyor musunuz?

– Katiyyen… Şairin dediği gibi, “Bir testinin kulbunda buluşabiliriz belki bir gün…” Toprak olarak yani!

Nasıl bu kadar gerçekçi olabiliyorsunuz?

– Bilmiyorum. Annesiz büyümemin etkisi olabilir. Yaşadığım çocukluğun etkisi olabilir. Her zaman çok gerçekçi oldum. Ben başkalarını aldatmam, kendimi de aldatmam. Kendimi çok seviyorum ve çok saygı duyuyorum.
Birkaç senedir fiziğimi pek beğenmiyorum o ayrı ama insan olarak kendimi takdir ediyorum.

2 yorum

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.