Bu köşede evvelce de yazdım, Batılılaşma maceramızın 200 senelik bir geçmişi var. Bu konuda epey mesafe aldık. Yüzümüz daha çok Batı’ya dönük oldu. Uzun yıllardır AB’ye dahil olmak arzusundayız. İktidar son senelerde bu konuda büyük çaba gösterdi.
Ama görüldü ki Avrupa bizi hep oyalıyor ve içine kabul etmek istemiyor. Bir doku uyuşmazlığı var.
TAMAMEN TERS BİR KÜLTÜR
Bir önceki yazıda Teoman Duralı Kitabı’nı tanıtmıştım. Felsefe profesörü Teoman Duralı’nın bu konuda keskin görüşleri var. Şöyle diyor: “Batılılaşmayla birlikte hiç alışık olmadığımız, bize tamamiyle ters gelen bir kültür dayatılmaya başlanıyor. İlgimizin olmadığı, hatta Batılılaşmış görünenlerin bile asla sindiremedikleri bir olaydır. Bunu çok iyi görüyordum; kavrıyordum. Niye? Çünkü Avrupa’yı içinden tanıyan insanların arasında yetiştim.”
Önce de söylediğim gibi Duralı’nın annesi Alman. Babasının “hanımköylü” olduğunu söylemesine rağmen, ikisi arasında sürekli bir kültür çatışması olduğunu belirtir: “Gözümü açtığımdan itibaren hayatta bu iki zıt dünyanın (Batı ve Doğu) çatallaşmasını gördüm. Bizdeki bu kültür felaketini içten içe yaşadım.
Annemle babam anlaşamıyorlardı. Aynı şekilde Avrupa’da bir bütünlük, bir mütecanislik yok. Alman kültürü ile Fransızınki, İtalyanınki çok farklı. Biz bunları görmüyoruz, tanımıyoruz.”
İKİ RESMİN SÖYLEDİĞİ
Teoman Duralı’nın bu gibi konularda keskin dikkatleri ve yorumları olduğu görülür, şöyle ki: “Avrupalı olmadığımız, hiçbir zaman da olamayacağımızı benim kadar duyan, hisseden ikinci bir adam göremedim. Kenarından, köşesinden sığınırsınız, sığınma olduğunuzda da sizi sürekli tokatlarlar, tükürürler üstünüze, hakarete uğrarsınız. Bu böyle devam eder. Bunun sembolik iki resmini gördüm, biri şu: “1800’lerin sonlarında milletlerarası bir toplantıda. Avrupa devletlerinin önde gelen adamları, başbakanlar, dışişleri bakanları falan dizilmişler:
Rusya, Fransa, İngiltere, Prusya, Avusturya, Macaristan vb. Galiba Abdülmecid döneminde, büyük devlet adamımız Ali Paşa o resimde ‘bu benim’ diye fırlıyor, üniforması içindeki o gururlu duruşu, kılığı kıyafeti, bize mahsus fesimizle. Kollarını kavuşturmuş, diğerleriyle mesafeli, hemen bitişik nizamda durmuyor. Büyük bir meydan okumayla bakıyor dünyaya. Bir de Japon temsilcisi orada. Aynen bir penguen. Frak giymiş, papyonlu, ufak tefek zayıf biri.
O Avrupalı delegelerin suratlarına ayran budalası gibi bakıyor, “emredin takla atayım” dercesine.”
Duralı öteki resmi anlatır: “Diğeriyse Özal devrinin savunma bakanının 1980 sonlarında NATO toplantısında çekilmiş bir resmi. Öbür resimdeki Japon’un duruşuna nice benziyor; diğerleri gibi giyinmiş, tabasbus halinde. O günle bugün arasındaki fark bu iki resimde kendini gösteriyor işte.”
Ben de şuna dikkati çekmek isterim:
Son senelerde Batı karşısındaki ezikliğimizi attık sayılır. Akdeniz sularında 7 düvele bayrak gösteriyoruz. Ama ne yazık ki gündelik hayatta Batı taklitçiliğimiz gittikçe can sıkıcı boyutlara ulaşıyor.
Bir yanıt bırakın