Her dinde mistik bir yön vardır.
Mistisizmin İslam dinindeki karşılığı Tasavvuftur. Tasavvuf dinin daha derinden yaşanması, insan nefsinin aşırılıklarını törpüleyerek üstün ahlaklı ve olgun kimse olma gayretidir.
Tasavvufun kurumlaşmış şekline “tarikat” denir. Bu kurumlar tarihimizde önemli hizmet gördü. Özellikle Osmanlı’nın kuruluş ve yükseliş dönemlerinde insanımıza sevgi, edep ve ahlak öğretti. Tekkeler çeşitli güzel sanatların yuvası oldu. Zaman içinde Osmanlı’nın gerilemesinden tasavvuf kurumları da payını aldı. Tanzimatla birlikte bir Meclis-i Meşayıh (Şeyhler Meclisi) kurularak tarikatler bir disiplin altına alındı.
Her şeyin, peygamberin bile sahtesi olur.
Değerli şeyler taklit edilir, taklitçi, sahte şeyhler her zaman çıkar. Bunu önleyecek sistem, tarikatlerde vardır. Her önüne gelen şeyhlik iddiasında bulunamaz. Bu önemli görev ehil ve layık olana verilir. Buna “icazet” denir, bir tür yetki belgesi demektir. Bu sistemin adı “silsile”dir. Silsile zincir demek olup, kesintisiz biçimde ilk kurucu şeyhe (pir) kadar uzanır.
HALVETİLİK VE KOLLARI
1925’te tekkeler kapatıldı, her türlü tarikat faaliyetleri yasaklandı. Tarikatların bir kısmı yer altına çekildi. Bu sırada tarikati ayakta tutan usul, adap, erkan zedelendi.
30-40 sene süren yasaklardan sonra, ülkemizde daha hür bir ortam belirince tarikatler tekrar boy gösterdi. Aklına esen şeyhliğini ilan edip, çevresine insan topladı.
Osmanlı’da Halvetilik, Anadolu ve Balkanlar’da en yaygın tarikat idi. Halvetiliğin pek çok kolu ve şubesi vardır. Ana kollar Ruşeniye, Cemaliye, Ahmediye ve Şemsiye’dir. Bunlardan doğan onlarca şubeden birkaçı Sezaiye, Sünbüliye, Şabaniye, Cerrahiye, Ramazaniye, Mısrıye ve Uşşakıye’dir.
Resmi hüviyetleri olmasa da günümüzde tarikatlerde “icazet” sistemi devam etmektedir.
Ama bunun kontrolü ve yaptırımı yoktur. Mesela bugün kendini “Mevlevi” ilan eden saçma sapan gruplar vardır.
SAHTE ŞEYH
Çirkin bir skandalla gündeme gelen Fatih Nurullah adlı şahsın, ilk başvurduğu Uşşaki şeyhinden hilafet almak istediği halde, buna layık görülmediği, daha sonra her nasılsa başka birinden el alıp şeyhliğini ilan ettiği söylenir. Bir tasavvuf mensubunun, özellikle bir “şeyh”in tevazu sahibi olması, reklamdan kaçması gerekir. Bu adam ise spor salonlarında, caddede, yolda, sokakta güya zikir seansları düzenleyip, bir de bunları yayımlayarak reklamını yapmakta, zikrullahı ayağa düşürmektedir.
Son cinsel taciz olayı haklı olarak büyük tepkiye yol açtı. Tarikatlar yasaklansın sözleri ayyuka çıkıyor. Neyi yasaklıyorsunuz?
Varlığı resmen kabul edilmeyen bir yapılanmayı nasıl yasaklayacaksınız?
Binaları kapatılıp baskı uygulanabilir, ama gizli yolla gene devam eder. 1925’te çıkan kapatma kanunundaki ceza bile kısa süreli hapis cezasıdır. Adı geçen kişi tarikat şeyhliğinden değil cinsel istismar suçundan ceza görebilir. Hapisten çıkınca da kaldığı yerden devam eder.
ÇARE NE?
Çare ne? Kısa vadede kesin bir çözüm düşünemiyorum. Hayalim şu: Mevcut tarikat yapılanmalarında bilgi, basiret ve ihlas sahibi kimseler söz sahibi olarak, tarikat geleneğindeki iç disiplini tekrar devreye sokmalı. Mesela bütün dünyadaki Mevlevihaneler, merkez tekke olan Konya Dergahının kontrolü altındaydı. Günümüzde de tarikatlardaki merkezi yapı güçlenerek, seyrü sülukünü tamamlamamış, yetersiz ve liyakatsiz hiç kimseye yetki vermemeli.
Böyle olursa bu kurumlar asli görevi olan iyi insan yetiştirmeye yönelmiş olur.
Kamuoyunda yasaklansın diye bir düşünce var. Yasaklarla bir yere varılmaz. Eğer öyle olsaydı Atatürk’ün getirdiği yasaklama ile tarikatların kökü kazınmış olurdu.
Bir yanıt bırakın