Her insan bir ayet

Başlık Cem Sancar’ın kitabının adı (Kopernik yayını, 2019). Kendisinden Mustafa Tahralı vasıtasıyla haberdar oldum. Pazar günleri Sabah gazetesinde yazıyor. Kitabın kısa önsözünde şöyle diyor:
“Bu yazılar ülkenin büyük bir ateş çemberinden geçtiği günlerde yazıldı. Yeni bir silkinişin, ve ayağa kalkışın yıllarıydı./ Köklerimizi, medeniyetimizi hatırladığımız, kendimizi aradığımız zamanlardı. / Kanatlarımızı açışın meşakkatli bir merhalesindeyiz. Asıl ‘büyük cihat’ bu! Kendimizle, içimizle, zihniyetimizle ilgili bir devrim kapıyı zorlamakta./ İşimiz zor. Fakat bu ayağa kalkışın bir medeniyet tasavvurundan geçeceğini bilecek kadar azimliyiz.”

KİMDİR CEM SANCAR
Alaaddin Karaca kitaba çok güzel bir takriz yazmış, şöyle başlar: “Tam bir ‘İstanbul çocuğu’dur Cem. Üstünde başında, sesinde soluğunda eski bir İstanbul’dan rayihalar taşır; çocukluğunun Yenikapı’sından, Langa’sından, Samatya’sından rüzgarlar getirir… Bir de anneannesinden tevarüs ettiği dervişlik. Buna ayrıca yine o ‘eski bir İstanbul’un kalenderliğini, Sümbül Sinan’dan, Yahya Kemal’den süzülüp gelen rindane mizacı eklemek gerek. Dilinin ve ruhunun bir ayağı daima o eski İstanbul’dadır. Ondandır yolunu daima bahar rüzgarları esen, lale sümbül kokan dergahlara, camilere, kır kahvelerine düşürmesi, ondandır şimdilerde çoğu unutulmuş tertemiz İstanbul kelimeleri ve deyimleriyle konuşması. Hasılı İstanbul’un tevekkülü, Müslümanlığı, hoşgörüsü, mistik ruhu, aşkı, coşkusu, dobralığı üstüne başına sinmiştir.”

Karaca şunları ekler: “Ben en çok dilini severim Cem’in. Kendi deyişiyle ‘insan tarikatı’na sevgiyle, bazen de muzipçe yaklaşan berrak ve muzip dilini; tabii ki İstanbul dilini. Şairdir bence, Kınalıada’nın bir kenarında oturur, gözleri denize alışık, gönül ufkunun genişliği bundandır belki; ama en çok da İstanbul’dan, o çok sesli ve çok renkli İstanbul’dan.”

DERVİŞLİK VURGUSU
Cem Sancar “sol”dan gelen biridir. Dönüşüm kolay olmasa gerek, bakın ne diyor: “Ruhumu kızgın kazanların içinden geçirdim. Bedenim, düşmelerin, kalkmaların ülkesinde fena yaralandı. Yaralarım için sızlanmayı değil, onların siperine yatıp akletmeyi bildim. Sonra hayatın ve rüyanın yelkenlerini açarak ummanda kayığımın kaptanı oldum boynum dik, kalbim bir ölümlü kadar eğik.”

Cem Sancar sonunda “dervişlik”in ılıman ikliminde karar kılar. Çok sevdiği anneannesi Kadiri bir şeyh ailesindendir.
Benim dikkatimi çeken yazılarındaki tasavvuf neşvesidir. Ama o klasik üslupla tasavvuf öğretmeye kalkmaz. Özümsemiş göründüğü tasavvuf ilkelerini daha anlaşılır biçimde, yeni bir üslupla ve hayatın içinden örneklerle anlatır. Sıkmadan, kısa ve vurucu cümlelerle “dervişik” vurgusuna sıkça yer verir. Büyük velileri anar, sözü sık sık İstanbul evliyasına getirir.

Sancar esprili bir dille modernite eleştirisi yapar. “Sürgündeydik geri dönüyoruz” der. Yazılarını şiirlerle zenginleştirir. Yer yer Cemil Meriç’i andıran çok özel ve sevkle okunan yazı tarzı var. Devrik cümleyi çok sever. Bu onun üslup özelliği ise de benim zevkime göre bazan aşırıya kaçıyor.

Basılmış başka kitapları da var. İlk fırsatta “İndiragandi” romanını okumak istiyorum. Kendisinden daha nice yeni eserler bekleriz.

1 yorum

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.