Sözün şehveti ne demek?

İsmail Hakkı Bursevi’nin, şeyhi ve hocası Osman Fazlı’yı anlattığı Tamamü’l-Feyz adlı kitaptan naklen bazı konular üzerinde durmaya devam ediyorum.

“Tasavvufun evveli ilim, ortası amel, sonu mevhibe yani ilahi bağıştır” şeklindeki ifade meşhurdur. Buna göre, tasavvuf alanından nasiplenebilmek için ilk önce dini konularda yeterli bilgiye sahip olmak gerekir. En azından “ilmihal bilgisi” dediğimiz, İslam’ın temel esaslarını bilmek icap eder. Bu konuda Osman Fazlı şöyle diyor:

“Ben öncelikle zahiri, yani dinin şekline ait bilgilerin öğrenilmesini isterim; bunu kabul etmek istemeyen kimseyi tasavvuf eğitimine (seyrü süluk) kabul etmem. Kesinlikle, ümmi (okuyup yazması olmayan) birisini halife, yani irşat ve manevi eğitim görevlisi yapmam. Bir kimse en azından Türkçe kitapları okuyup çözüm bulacak seviyede olmalıdır.”

KIBRIS’A ŞİİR
İsmail Hakkı Bursevi, Osman Fazlı’nın en sadık müridi ve öğrencisidir. Kendisi Kıbrıs’ta sürgünde iken Bursevi onu ziyarete gitmişti. Bursevi eli kalem tutan ve şiir yazan biriydi. Hocası ondan Kıbrıs hakkında bir kaside yazmasını; adayı, kalelerini ve halkını övmesini istedi. Ardından şu hatırlatmayı yaptı: “Şiir yaz, medhet, kaleme al, ama sözün şehvetine kapılma.”

“Sözün şehveti”nden şunu anlarız: Şiir söylemek, iyi yazı yazmak, güzel konuşmak bir meziyettir. İnsanlar bunlara ilgi gösterir. Ama erenlerin anlayışına göre, bunlar birer araçtır. Bu konuda başarı gösterenlerin mütevazı olması, bu sebeple aşırılığa gitmemesi, özellikle benliğe kapılmaması gerekir.

Osman Fazlı’nın birkaç öğüdü: “Kimseye beddua etme. Çünkü beddua haddini aşarsa sen zalim olursun, beddua ettiğin kimse mazlum duruma düşer.” Devamında şöyle der: “Hak’tan halka ya da halktan Hakk’a şikayet caiz değildir. Hakiki müessiri (işi yapanı) görmek lazımdır. Çünkü gerçek fail O’dur (Allah’tır) başkası değil.”

TEBERRÜK
“Teberrük” uğurlu sayma, mübarek kabul etme demektir. Bursevi şeyhiyle arasında geçen bir olayı anlatır: Bir gün sohbet ederken hocası ona ince ve hafif bir misvak verir (Misvak eskiden dişleri fırçalamak için kullanılan içi lifli bir ağacın dalından yapılırdı). Bursevi kendi misvakinin bulunduğunu, fakat bu hediyeyi seve kabul ettiğini söyler ve şöyle der: “Bu benim için mübarektir. Ölünce onu kefenimin içine koymalarını vasiyet edeceğim. Çünkü o, sizin mübarek elinize değdi. Bu elin cehennemde yanmayacağına inanıyorum.”

Bursevi sözlerinin devamında Peygamber Efendimizin sakal kıllarının, ona ait başka hatıraların ve zemzem suyunun da mübarek olduğunu belirtir.

Günümüzde daha pozitivist bir düşünceyle bu gibi uygulamalara iyi gözle bakılmıyor. 17’inci asrın bir büyük alim sufisinin görüşleri böyle imiş. Bizim halk müslümanlığında bu tür inanış ve uygulamalar devam etmektedir.

Tekkelerde, eskiden okullardaki gibi sıra, masa kullanılmadığından yere oturarak eğitim görülürdü. Osman Fazlı talebelerin kitabı yere koymalarına izin vermezdi ilme saygı için kitabın göğüs hizasında tutulmasını isterdi. Ciltli olmayan bir kitabın içinden bir formanın çıkarılıp dağınık hale getirilerek okunmasına razı olmazdı. Kitabın bütün olarak elde tutulmasını emrederdi.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.