Osmanlı’dan Cumhuriyet’e bir hanımefendi

Gündüz Vassaf 1946 yılında ABD’de doğdu. Liseyi İstanbul Robert Kolej’de tamamladı. Amerika’ya giderek, George Washington Üniversitesi’nde psikoloji eğitimi aldı. Türkiye’de Hacettepe ve Boğaziçi üniversitelerinde ve yurt dışında çeşitli üniversitelerde çalıştı. “Annem Belkıs” adlı kitabında (İletişim yayını, 10. Baskı, 2012) annesinin hayat hikayesini anlatır. Şöyle der: “Osmanlı imparatorluğu, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yılları ve ABD’de geçen bu yaşantı neredeyse bir yüz yılı kapsıyor. Başlangıç yerimiz Rumeli. Yıl 1904 olabilir.”

Belkıs Hanım Rumeli’de Ustrumca doğumlu. Orada mahalle mektebine başlar. Türklere hayat hakkı tanınmaz olunca önce Selanik’e ardından Akhisar’a göçerler. Bu yıllar ait bir anısını anlatır:

HALK OYUNLARINDA İNANÇ
Akhisar’da bir de “keşkem kadını” oyunu vardı gene ramazan gecelerinde oynanan. Birine, gözleri ve ağız yerleri yanmış bir maske takılır, çarşaf giydirilir, beline de yorgan gibi bir şey bağlarlardı. Bu kıyafetle iki büklüm halde ortaya gelir, ona sorarlardı. “Keşkem kadın gözlerin neden yandı?” “Harama baktım da ondan” diye cevap verir, “Keşke bakmaz olsaydım” der, etrafta arkasını sallayarak döner ve herkes de gülerdi ona. Sonra da, “Ağzın neden yanmış” diye sorulur, “Haram yedim de ondan” derdi. Haramın günlük hayatımızda önemli bir yeri vardı. Hatta haram işleyen kadın hamileyse çocuğun bir yerinde onun gölgesinin çıktığı söylenirdi.” (s. 175)

Akhisar’da Yunan işgali başlayınca teyze oğlu ve ilk Marksistlerimizden olan Zekeriya Sertel’in davetine uyarak Belkıs Hanım İstanbul’a gider. Çaba Öğretmen Okulu’nda okurken gene Zekeriya Sertel’in yönlendirmesiyle Robert Kolej’in kız şubesi olan Arnavutköy Kız Kolejinde okumaya başlar. Belkıs Hanım şöyle der: “Kolejde birçoğumuzun dindarlığı tutmuştu. Ramazanda oruç tutardık.”

Belkıs Hanım İstanbul’da felsefe okur, evlendikten sonra Amerika’ya giderler. Orada çocuğu Gündüz doğar, daha sonra Türkiye’ye dönerler. 94 yaşında 1998’de ölen Belkıs Hanım gençliğinde 20 sene boyunca eski harflerimizle okuyup yazdığı için, birçok nesildeşi gibi alfabe değişikliğini doğru bulmaz. Şöyle der:

MAZİMİZE DEMİR PERDE
“Ama maalesef kaybettiklerimiz sade yemeklerimiz değil. Bence Cumhuriyet’in en büyük hatalarından biri alfabenin değiştirilmesi. Bunun yapılmasının birçok sebebi var, müdafaa edenleri var. Onlara da hak veriyorum. Ama bütün mazimize demir bir perde çekildi. Ne oldu, bu sefer Batıyı taklit etmeye başladık. Bu gayet kötü. Üstelik dilimiz hem fakirleşti hem de eski Türkçe’nin sağladığı yeni kelimeler üretme yatkınlığını yitirdi. Aynı kökten türeyip dişi erkek ayrımını gösterebilen “dârülmuallimin”, “dârülmuallimat” (Erkek öğrtemen okulu, kız öğretmen okulu) gibi kelimeler mümkün değil artık. Eski Türkçe, edebiyatımızı, şiirimizi zenginleştiren mecaza da yatkındı. Bu harflerin değişmesiyle cahil oldum gibi geliyor bana. Ama asıl üzüntüm gelecek kuşakların zengin bir yazılı tarih ve edebiyatla bağlarının tamamen kopmuş olması. Japonlar pekala modernleşebiliyorlar, o klasik ve karmaşık alfabeleriyle okuyup yazmalarını sürdürürken. (s. 168)

Oğlu Gündüz’e de eski Türkçeyi öğretmek istediğini, fakat onun yanaşmadığını, sonradan pişman olduğunu belirtir.

1 yorum

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.