Z. Başkal’a dayanarak S. Ayverdi konusuna devam ediyoruz:
Samiha Ayverdi’nin eserlerinde sıkça geçen dini kurumlardan özellikle dergahlar ve tarikatler dikkati çeker. Bilindiği gibi derve tarikatler 1925 yılında tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla resmi olarak yasaklandı. Eski faaliyetlerine devam edenler kanunun yasak ettiği bir fiili işler duruma düştüler.
Ayverdi, dergahların insanın kendini tanımasında oynadığı roü önemser. Başkalarıyla ilişki kurmada, dolayısıyla da toplumun bireyleri arasında ortak bir terbiye ve değerler sisteminin kurulmasında etkili olacağını söyler. Onun dergahlara yüklediği bu toplumsal misyon, somut örneklerle ifade edilir. Şunları yazar:
“1925 senesine kadar yalnız İstanbul’da 365 dergah vardı. Bunların mensupları en az ellişer kişi olsa, 18250 ederdi. Bu insanların da gene en az ailelerinden, akraba çevrelerinden 5’er sempatizanı bulunmuş olsa, 91250 adet olurdu.”
İstanbul’un bu tarihlerdeki nüfusu düşünüldüğünde bu sayının önemli bir “manevi sigorta” ve “tasfiye cihazı” olduğu ifade edilir.
Toplumdaki bütün kurumların bozulmaya uğradığı bir zamanda dergahların da bundan payını aldığını, çeşitli sorunlar yaşadıklarını ancak hiçbir zaman “tembelhane,” “miskinhane” olmadıklarını, son ana kadar toplumda bir tür güvenlik süpabı vazifesi gördüklerini belirtir.
TAASSUBUN SEBEBİ
Ayverdi, dergahların kapatılmasıyla taassup/bağnazlık arasında bir ilişki kurar. Ona göre, eskiden toplumda dindar insanlar vardır ancak mutaassıp insanlar yoktur. Ancak bugünkü toplumda mutaassıp olmayanı dinsiz kabul eden bir düşünce gelişti. Yazar, bu durumu, dergahların kapatılmasına bağlar. Dergahlar kapatıldıktan sonra, bir yanda dinsizliği ilericilik olarak gören bir kütle, diğer tarafta da dini tasarrufu altına alan mutaassıp bir kütle oluşmuş ve ortada asıl büyük kütle “iman gibi tarihi nafakasından” mahrum kalmıştır.
Ayverdi, dergahlar konusunda eleştiri yapmaktan da kaçınmaz. Pek çok yerde dergahların birey ve toplum için son derece faydalı kurumlar olduğunu ifade eder. Buna rağmen, bu kurumların artık “yetiştiricilik kabiliyetinin kısırlaştığını, beti bereketi kalmadığını” söyler. Bu durum bir çelişki sayılmaz. Zira Ayverdi’nin geçmişteki kurumların ve tecrübelerin nasıl değerlendirilmesi gerektiği konusundaki düşünceleri dikkate alındığında bunun bir çelişki olmadığı görülecektir.
O, geçmişin toptan reddedilmek veya yok sayılmak yerine, bir tohum gibi toprağa atılmasının ve oradan geçmişin tecrübesini alıp, günün şartlarında yeniden vücut bulmasını savunur. Ona göre, dergahlar konusunda da maziyi aynen canlandırmak yerine bu kurumun insana ve topluma sağladığı katkıları incelemek, bunlardan yararlanmak gerekir. Özellikle dergahların estetik ölçüleri güzel sanatlarla olan bağlarını almak ve bunları kullanarak zamana uygun yeni bir kurum tesis etmek icap eder.
Bir yanıt bırakın