Maarifte sol ideoloji- 3

Ayverdi şunu sık sık tekrar eder: “Her zaman, vazgeçmeden söyleyeceğimiz gerçek, gelmiş geçmiş iktidarların hiçbirinde, Türkiye’nin tek ve temel meselesinin, milli imana dayalı bir maarif davası olduğunun şuuruna varılmamış bulunmasıdır.
Genç nesillerin zihinlerini milli harçlarla inşa etmeyi ve şanlı mazisini hale aktarmayı düşünmeyen iktidarlar, kütlelerin deruni enerjilerini de tasfiyeli ve kontrollü bir seviyeye getirmeyi düşünecek idrakten uzak kalmışlardır. Şu halde ham ve çorak bırakılan Türk gençliğinin oturduğu dalı kesecek bir gaflette oluşuna nasıl şaşılır?
Türk evladı bugün, ne tefekkür alanını genişletecek bir Türk diline, ne ilim ve edebiyat abideleri kuracak bir gerçek tarih şuuruna ve ne de şahsiyetini fazilet ve ahlak ile yumuşatacak dininin saf ve yükseltici imkanlarına sahiptir.” (s.105)

Yazarımız şu tarihi tesbiti yapar: 1970’li yıllarda Türkiye’de özellikle eğitim kurumlarında “sol ideoloji” hakimdi. Ayverdi bu durum karşısında feryad eder. O günün askeri hükumetinde Devlet Bakanı olan Baki Tuğ’a şunları yazar: “Türk milleti bugün müşterek ve birleştirici bir ideolojiden mahrumdur. Artık, okur yazar gençliğin büyük bir kısmı, vatan uğrunda gazi veya şehit olmayı düşünecek milli heyecan ve asabiyeti kaybetmiş bulunuyor. İşte ona bu kaybettiği büyük ve müşterek imanı vermek, en asil vatan borcu ve geleceğini teminat altına alacak emniyet sübabıdır.
Kütle olarak aç ve muhtaç olduğumuz da ancak budur. Fakat bunu milletini ve imanını elden kaçırmış ve solun ileri karakolu olmuş bir öğretim kadrosu ile temin, muhal ender muhaldir.” Ayverdi’nin ilk tavsiyesi şöyle: “Şu halde büyük çapta tasfiyeye gitmek ve Türk gençliğini, milli imana sahip az fakat öz bir öğretmen sınıfının mesuliyetine bırakmaktan gayrı çare kalmamıştır.”

DİRAYETLİ BAKAN

“Bunu yapabilmek için de maarifin başına İlmi ve milli kifayeti sabit olan şuurlu, basiretli ve tecrübeli bir vekil getirdikten sonra, etraftan yükselecek itiraz ve muhalefetleri duymazlıktan ve görmezlikten gelerek, bu tefessüh etmiş üniversiteleri mutlaka tasfiye ve ıslah yoluna gidip temiz ve ahlaklı bir kadro ile adeta yeniden kurmak gerek.” Bu konuda askerden destek bekler: “Yaparsa, bunu silahlı kuvvetler yapar. Ve yapılırsa bu, bugün yapılır. Yoksa iktidar sivil idareye kaldığı gün memleket bünyesi, yine pusuda bekleyen bakterilerin hücumuna maruz kalacak.” ( s.120-121)

Gene Baki Tuğ’a yazıyor: “Söylemek istediğim şu ki Türkiye’nin maariften mühim hiçbir meselesi olmamıştır. Maalesef bugün de öyledir. ‘Memleketin bin bir buhran içinde çırpınıp durduğu şu karışık devrinde de mi maarif?’ diyenler olabilir. Bu suale tereddütsüz:
Evet, derim. Eğer senelerden beri Türk gençliği, felsefesi, doktrini ve metodu olan bir milliyetçi iktidarın eliyle eğitilmiş olsaydı, bugün içine düşmüş olduğu iktisadi, içtimai, vicdani ve kültürel buhranlar onu bir ölüm-kalım çizgisine getirmez ve memleket, sağ ve sağlam temeller üstünde abideleşip, yare de ağyare de, saygı ile baş eğdirirdi.

SON FIRSAT

Çok geç kalmış olmakla beraber son fırsat kaybolmamıştır. Şimdi de eski devirlerin hatalı ve gafletli yolundan ayrılıp, maarifimizi bir milli istikamete doğru sevk etmek, geleceğin tek ve gerçek garantisi olacaktır.” (s. 126)

Yazarımızın feryadı devam eder: “Tekrar ediyorum: Bir milli maarif politikasının, sivil, asker bütün eğitim ve öğretim müesseselerine şamil programı ile gençlik, doğru tarih, doğru dil, doğru dine kavuşmadıkça hiçbir ıslahat ve gayretten müspet netice alınamayacağı gibi memleketi tehdit eden tehlikelerin tehlike olmaktan çıkıp, maalesef bizi, düşman ağzına lokma edecek bir maddi-manevi inkıraz ile neticeleneceğine şüphe etmemek lazımdır. Memlekette Kubbealtı ve Aydınlar Ocağı gibi, katışıksız bir vatan sevgisi üzerine kurulmuş, İlmi kifayet ve milli basiretle uyanık, kuvvetli ve müspet yolda olan cemiyetler de faaliyette bulunmaktadır.

Bunlara muvazi anlayışta fakat faaliyetleri daha mahdut milliyetçi derneklerle beraber, iftihar edilecek bir milliyetçi neşriyat da beraber yürümektedir. Fakat bir Kubbealtı mensubu olduğum, şuurlu, ihlaslı ve müstesna arkadaşlarımın can tüketircesine gösterdikleri faaliyete şahit bulunduğum halde, memleket coğrafyasını içine alan “vekalet” bünyesi işe el koyup gençliği bir milliyetçi maarif sisteminin garantisi içine almadıkça, adı geçen müesseseler gibi daha yüzlerce cemiyet de olsa Türk çocuğunu, kendi öz değerlerine sahip çıkma yolunda bir arpa boyu ilerletemez.” (s. 127)