İslam kültür ve medeniyetini merkezlerinden biri de Endülüs’tür (bugünkü İspanya). Bu bölge uzun asırlar Müslümanların hakimiyetinde kaldı. Bu devirlerde ilim edebiyat, tasavvuf, felsefe ve mimari alanında burada çok değerli eserler ortaya kondu.
Muhyiddin İbnü’l- Arabi (1165-1240) Endülüs’te yetişmiş büyük mütefekkir ve sufilerden biridir. Çağımızın düşünce dünyasında gücünü ve etkisini hala sürdürmektedir. İbnü’l-Arabi (Şeyh-i Ekber) çok gezdi, İspanya’dan Kuzey Afrika’ya geçti. Bilginlerle, ariflerle ve yöneticilerle görüştü. Mekke’ye vardı. Burada El Fütuhat’ül Mekkiyye adlı eserini yazmaya başladı. “Mekke’ye ait fetihler” yani orada içine doğanlar anlamındaki bu hacimli eseri, İbn Arabi’nin başta gelen kitabıdır.
Muhyiddin İbn Arabi daha sonra Bağdat’a, Musul’a nihayet Anadolu’ya geldi. Selçuklu hükümdarı I. Keykavus tarafından iyi karşılandı. Fikirleri dolayısıyla başka yerlerde pek hoş tutulmazken Anadolu’da çok yakınlık gördü. Malatya’da Sadreddin Konevi’yi eğitimi altına ald ve onunla Konya’ya geldiler.
İbn Arabi daha sonra Şam’a yerleşti. Rivayet’e göre bir gece rüyada Hz. Peygamber’i görür. Elinde bir kitap vardır. Der ki: Bu hikmetlerin yuvalarını gösteren bir kitaptır, bunu al ve faydalanacak kimselere açıkla. Bunun üzerine İbn Arabi Fusus’ul-Hikem adlı kitabını kaleme alır. Fusus tek ciltlik özlü bir eserdir. Günümüze kadar elliye yakın şerhi, yani açıklaması yazılmıştır.
İbn Arabi 1240 yılında 77 yaşında vefat etti. Kabri bir ara ihmal edildi. Hatta mezbelelik haline geldiği söylenir. Yavuz Sultan Selim Mısır seferi dönüşünde bir süre Şam’da kalmıştı. Bu sırada İbn Arabi’nin kabrini ve çevresini imar ettirdi. Buraya bir türbe ve gerekli binalarla bir külliye yapıldı.
SİN ŞINA GİRİNCE
Bu olay İbn Arabi’nin bir kerameti olarak değerlendirilir. Denilir ki İbn Arabi bu durumu rumuzlu bir şekilde yazmıştı: “Sin şın’a girince Muhyiddin’nin kabri ortaya çıkacak.” Arap harfleriyle sin Selim, şın ise Şam demektir. Olay gerçekleşmiş, Yavuz Selim 1517’deki Mısır seferi dönüşünde Şam’a girince İbn Arabi için bir türbe ve çevresinde bir külliye yaptırdı.
Osmanlı medeniyeti, genelde, tasavvufi ve irfani bir özellik taşır. Bunun temel taşlarından biri de İbnü’l-Arabi düşüncesidir. Onun “Varlık birliği (Vahdet-i vücud) anlayışı bizim tasavvuf analayışımızda ve devlet felesefimizde etkili oldu. Başka İslam ülkelerinde fazla rağbet görmeyen İbni Arabi ve düşüncesi Osmanlı yönetimi tarafından himaye gördü. Yavuz Selim’in yaptırdığı İbni Arabi türbesinin kapısında, Şeyhülislam Kemalpaşazade’nin bir fetvası yer alır. Özetle şöyledir:
Muhyiddin Arabi, olağan üstü halleri olan değerli bir kimsedir. Kim onu inkar ederse yoldan çıkmış olur. Bazı görüşleri kapalı olduğundan herkes anlamayabilir. Anlamayanların dedikodu etmek yerine susmaları daha iyidir. Yüce Allah “Hakkında bilgi sahibi olmadığın şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve kalb bundan sorumludur” der. (İsra, 17/36)
TÜRBE ZİYARETİ
MİT Başkanımız İbrahim Kalın geçen hafta Şam’ı ziyaret etti. Dikkatler daha çok onun Emeviye Camisinde namaz kılmasına çevrildi. Oysa İbrahim Bey daha önce Şam’da Kasiyun dağı eteklerindeki İbnü’l Arabi türbesini ziyaret etti. Kendisi bir ilim ve fikir adamı olarak İbnü’l-Arabi’nin önemini bilen biridir. Böylece Osmanlı geleneğini devam ettirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti elbette Osmanlı’nın varisi ve devamıdır. Bize düşen bu bilinci canlı tutmaktır.