Özcan Ergiydiren, 1935 Manisa doğumlu bir mimar. Manisa Lisesi ve İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi mezunu. İyi yetişmiş bir sanat ve gönül adamı. Estetik zevki olan, tasavvuf kültürüne meraklı, sanatkar ruhlu, Türkçe’yi iyi yazan bir insan. Bildiğim iki kitabı var. Birincisi “O” isimli küçük hacimli, duygu yüklü nesirlerin ve birkaç şiirin yer aldığı kitapçık (1957). Oradan bir alıntı:
“Seninle yarışmadayız Tanrım; biz daima hata ve isyan etmedeyiz ve sen hep lütfetmedesin. Mümkün müdür ki mahluk Halikı geçsin?”
İkinci kitabı Hayali Cihan değer. Alt başlığı şöyle: “Samiha Ayverdi ile Hatıralar” (Kubbealtı neşriyatı)
Özcan Ergiydiren, Samiha Ayverdi’nin yakınında bulunmuş, onun manevi rehberliği ile gönül dünyasını şekillendirmiş birisi. Samiha Ayverdi (1905-1993), yirminci yüzyılın ikinci yarısında, eserleri ve çeşitli faaliyetleri ile, kadim kültür ve medeniyetimizi, ahlakımızı bugünkü nesle anlatma ve tanıtma gayretinde bulunan bir Hak dostudur. Bütün bunları, tasavvuf imbiğinden geçirerek vermiştir. İşte Özcan Ergiydiren, onun terbiye halkasında yetişen şanslı kimselerdendir.
“Hayali Cihan Değer”de pek çok kültürel malzeme buluruz. Yazar dikkatli gözlemleri olan biridir. Son asır Türkiye’sinin kültürel, dini ve siyasi manzarasına ait önemli tespitlere yer verir.
*
Kitapta beni can evimden vuran bir tasvir var: Yunanlıların kaçıp giderken Manisa’yı yakmaları ve yangın sonrası şehrin hal-i pür melali. Yazar, öyle canlı anlatımlar yapmış ki, kendinizi 1922 sonları Manisa’sında bulursunuz. Acılar, kederler, yoksulluk diz boyu. Yirminci asrın ikinci çeyreğinde de aynı sıkıntıların devam ettiği görülür. Ama, bu arada başka bir güzellik görülür: İnsanımızın imanı, tevekkülü, dayanma gücü, hadiseleri teslimiyet ve soğukkanlılıkla karşılaması.
Özcan Ergiydiren, Manisa’da Tekke mahallesi, Kenzi caddesi, Bağdat çıkmazında 75 numaralı evde dünyaya gelmiş. Caddeye ismini veren Kenzi Hasan Dede, 17. asrın ikinci yarısında yaşamış mutasavvıf şair ve bestekarlardan. Camisi, türbesi, tekkesi mevcut iken bugün sadece cadde tabelası kalmış. Ergiydiren çocukluk günlerini şöyle özetler:
*
“Çocukluğum acılara ve yokluğa rağmen çok güzel geçti; neyimiz yoktu ki? Kuyumuz vardı, yaz boyunca buz gibi soğuk suyunu içerdik. Kuyu başında kocaman çınarımız vardı, gölgesinde oturup dama oynar, dallarına salıncak kurardık. Çeşit çeşit meyve ağaçlarımız, upuzun servimiz, yediveasmamız ve pembe gülümüz vardı. Kuşlarımız vardı; kumrularımız, serçelerimiz, kırlangıçlarımız, bir çift leyleğimiz vardı. Türbesinde yatarken bizi şefkat ve merhametle kucaklayan evliyamız Ayni Ali Sultanımız vardı. Lastik sapanımız, içi çaput dolu bez topumuz, rengarenk kağıtlardan yapılmış uçurtmalarımız, bilyelerimiz, nar ağacından çelik çomağımız vardı. Çocukluğumuz, her şeye rağmen çok güzeldi. Başıboş ve avareydik. Şimdi yetmişime geldim, çocukluğumu özlüyorum.”
Bir yanıt bırakın