Göl kenarındaki bir kasabada herkes yaklaşan sel baskınını ve fırtınayı konuşuyormuş; köyün papazı “Allah bizi korur, korkmayın” diyormuş. Göl yükselmeye başlamış, kilise de gölün hemen kıyısındaymış. Yerliler kasabayı terk ederken kiliseye uğramışlar, papazı dua ederken bulmuşlar ve “Papaz efendi, gel araçlarımızda yer var, seni de götürelim.” demişler. Papaz, “Allah bana yardım eder; ben ona inanırım, dua ederim” demiş. Kiliseyi yavaş yavaş su basınca tekneyle gelip “Papaz efendi gel, gidelim” diye ısrar etmişler. “Sizi imansızlar, ben Allah’a her gün dua ediyorum o beni kurtarır.” Su iyice yükselmiş; papaz çatıya çıkmış, helikopterle gelmişler, merdiven sarkıtmışlar “Papaz efendi, gel.” “Siz gidin; Allah bana yardım eder!”
Bizim papaz boğulmuş, öteki dünyanın girişinde kuyrukta yüksek sesle sitem etmiş: “Allahım o kadar inandık, ibadet ettik, şu yaptığına bak, beni kurtarmadın.”
Yukarıdan gür bir ses cevap vermiş: “Papaz efendi önce haber yolladık, sonra araba, sonra kayık, en son helikopter yolladım, daha ne yapayım?” (Avucunuzdaki Kelebek’ten)
DOĞRU TEVEKKÜL
Semavi dinlerde tevekkül anlayışı vardır. Tevekkül, Allah’a güvenmek demektir. Fakat bu güven tembelliği, ihmalkarlığı ve işi oluruna bırakmayı gerektirmez. Gerçek anlamda tevekkül, kişinin üzerine düşen her şeyi yaptıktan sonra sonucu Allah’tan beklemesidir. Hikayedeki papazın yaptığı gibi eli kolu bağlı oturup, Allah beni kurtarır demek yanlıştır.
Hz. Mevlana bilhassa yanlış tevekkül anlayışına sahip olanlara yüklenir: Eğer Allah’a mütevekkil isen, çalışmanla tevekkül et. Tohumu ek, sonra da her şeye kadir olan Allah’a dayan. Hz. Peygamber bedeviye ne dedi: “Önce deveni bağla sonra tevekkül et.”
Mesela, hastalanan kimseye düşen hemen bir doktora başvurmak, hatta en iyi hekimi bulmak, verilen ilaçları kullanıp, yapılan tavsiyeleri dikkatle yerine getirmektir. Şifa Allah’tandır ama bunun için hekim gibi, ilaç gibi bazı sebeplere başvurmak bizim görevimizdir.
YIKILAN EV
Buna benzer bir hikaye de şöyle: Eski zamanlarda yoksul bir adamın kerpiçten yapılmış harap bir evi vardır. Kendi anlayışına göre inanmış bir adamdır. Oturup eviyle pazarlık eder: Biliyorum, bir gün yıkılacaksın. Ama ne olur bana haber vermeden yıkılma, der. Hikaye bu ya ev dile gelir, adamın isteğini kabul eder.
Gel zaman git zaman, tavana doğru bir yerden evin duvarı çatlar. Adam hemen bir miktar çamur hazırlar ve çatlayan yeri sıvayla kapatır. Bir süre sonra başka bir yerde çatlak oluşur, adam orayı da sıvar. Üçüncü, dördüncü derken adam her defasında çamur sıvayarak meseleyi hallettiğini düşünür. Derken bir gün aniden ev çöker ve tamamen yıkılır.
Adam çok üzülür, enkaza karşı seslenir: “Ey evim hani seninle sözleşmiştik, bana haber vermeden yıkılmayacaktın, neden sözünde durmadın?” Evin enkazından cevap gelir: “Ben sana çoktan haber verip durdum. Ama ne zaman ağzımı açsam, sen bir avuç çamurla benim ağzımı tıkayıp durdun!”
Bir yanıt bırakın