Zekeriya Başkal’ın Samiha Ayverdi kitabından hareketle son yazı: S. Ayverdi’nin tasavvuf kültürümüze katkıları büyüktür. O, tekkelerin kapalı olduğu bir dönemde, eserleriyle tasavvuf inanış ve düşüncesini en iyi şekilde anlatmış ve temsil etmiş bir yazardır. Konya’daki Şeb-i Arus törenlerinin başlatılmasının alt yapısını oluşturdu. Yaşayışı, yazdıkları ve sohbetleriyle 20. yüzyılda bir derviş insan örneğini hakkıyla temsil etti.
Z. Başkal, tasavvufun yaşandığı kurumlar olan dergahların kapatılması konusunda S. Ayverdi’nin beyanlarında çelişki olup olmadığını tartışır:
Samiha Ayverdi, dergahların ve tarikatların ciddi bozulmalara uğradığını, ancak toplumdaki işlevlerinin son derece önemli olduğunu ve bu yüzden en azından bu kültürün bir miras olarak reddedilmemesi gerektiğini tekrar tekrar ifade eder. Yazarın Mevlevilik, Bektaşilik, Rifailik gibi tarikatlar ve mensupları hakkında yazdığı çok sayıda yazısı, Osmanlı tarihinden naklettiği ve genel olarak bu kurumun toplum ve birey için faydalı olduğunu savunduğu çok sayıda hatırası vardır.
NE KADAR BOZULDU?
Ayverdi, dergahların olumsuzluk üreten bir kaynak olarak nitelenmesine karşıdır. Bu düşüncenin Türk edebiyatında iki örneği var: Reşat Nuri Güntekin’in “Yeşil Gece” ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Nur Baba” adlı eserleri.
Nur Baba, dini atmosferi ve söylemi kendi şahsi menfaatleri için veya kadınları yoldan çıkarmak için kullanan bir Bektaşi şeyhini anlatır. Almancaya da çevrilen eser, kurgusal bir yapıya sahiptir. Fakat bu durum unutularak, roman adeta son dönemdeki dergahların gerçekçi bir tasviri ya da bir sosyolojik analizi olarak algılandı.
Başkal’a göre Ayverdi’nin düşüncelerinin birbirleriyle çeliştiği görüntüsü veren alanlardan biri, dergahların kapanması konusundaki fikridir. Ayverdi, sık sık dergahların toplumda çok önemli işlevler gördüğünü belirtir. Onların, devletin yapamadığı, yapmak zorunda olmadığı, ama toplumsal hayat için önemli olan pek çok işi yaptığını örneklerle ve sayılarla anlatır. Ancak aynı şekilde dergahların eski canlılıklarını yitirdiklerini, artık topluma yeni bir teklifte bulunmadıklarını, üretici vasıflarının kaybolduğunu da ifade eder.
Bu durum yazarın, yazarken, hatıra anlatırken aynı zamanda bir muhasebe yaptığı, iyi-kötü, kar-zarar hesabına girdiği şeklinde izah edilebilir. Bu muhasebeye göre, tekkelerin artık iyi işlemeyen, zamanla bozulan yönlerine işaret etmek de Ayverdi’den beklenen bir hakşinaslıktır.
Son olarak şunu belirtelim: S. Ayverdi, tasavvuf inanışına ve dergahlara büyük değer vermesine rağmen, tekkelerin kapatılması konusunda bir tepkisellik içinde olmadı. Buna, bir “celal tecellisi” olarak veya tasavvuftaki, “olanda hayır vardır” anlayışıyla baktı. Maksadı bağcı dövmek değil, üzüm yemekti. Ona göre “Reaksiyonların menfi gayretleri ile değil, aksiyonların yapıcı ve etkili çabaları” ile tasavvufu günün şartları içinde yeniden sosyal hayata mal etmek gerekir. Tasavvuf, toplumun zihin ve ruh yapısını arındırmada önemli işlev görebilir.
Bir yanıt bırakın