Bir Bilim Adamının Romanı Mustafa İnan

Prof. Mustafa İnan (1911-1967) yoksul bir ailenin çok zeki çocuğudur. Orta ve yüksek öğrenimini yatılı okudu. Matematiğe yatkın olduğu kadar musiki ve edebiyata ilgi duydu. İTÜ’yü birincilikle bitirdi. Devlet bursuyla Avrupa’da doktora yaptı. Orada kalması için yapılan parlak teklifleri kabul etmedi. Kıt kanaat geçinmeyi göze alarak yurda döndü.
1944’te göreve başladığı İTÜ’nün gelişmesinde büyük katkısı oldu. Dekanlık ve Rektörlük yaptı. Bir bilim ve memleket aşığıydı, birçok öğrenci yetiştirdi. Yahya Kemal’in meclislerinde bulundu. Çok yönlü, kültürlü, güzel konuşan değerli bir insandı. 1960’ta Cemal Gürsel’in ısrarına rağmen Bayındırlık Bakanlığını kabul etmedi. Mustafa İnan hakkında öğrencisi Oğuz Atay’ın yazdığı kitabı yeni okudum (Oğuz Atay, Bir Bilim Adamının Romanı Mustafa İnan, İletişim yayını, 43. Baskı, İstanbul, 2013). Bu çok değerli kitaptan bazı notlar aktaracağım.

DİL DEVRİMİ
Oğuz Atay (1934-1977) hocası Mustafa İnan’ın şahsında intikal dönemlerini anlatır: Mustafa İnan öğrenciliği sırasında mühendislik kadar edebiyatla da uğraşmak istiyordu, durmadan okumak istiyordu. Bilimi sevdiği kadar, yaşamayı da seviyordu; hem de iyi yaşamayı.
İnsanın yolunu bulması da kolay değildi. Ülke 1930 yıllarında büyük bir sarsıntı geçiriyordu. Her şey her gün değişiyordu.
Önce harfler değişmişti, yepyeni bir yazı çıkmıştı. Eski yazı da bir çırpıda ortadan kalkmamıştı tabii. Eski ve yeni her konuda yan yana yaşıyor, karşıt anlayışlar birbirlerini yok etmeye çalışıyorlardı. Aydınlar, yeni harflerle basılan kitapları okuyorlar ve kitaplar üzerindeki düşüncelerini eski harflerle bir kenara yazıyorlardı. Sonra kelimeler değişti. Her gün yüzlerce yeni kelime ortaya atılıyor, bir gün önce ortaya atılmış olan yüzlerce kelime siliniyordu.
Bu arada eski kelimeler de yara alıyordu, ortadan kalkıyordu. İki taraf da ağır zayiat veriyordu. Cepheye durmadan yeni kelimeler sürülüyordu. Bugün bile kullanılan eski kelimelerin savaş dışı edildiği sanılmıştı önceleri. Büyük Millet Meclisi’ne ‘Kamutay’ deniliyordu.

ŞEKİL VAR ÖZ YOK
Atay Tanzimat’tan beri devam eden değişikliği özetledikten sonra şöyle devam eder: Bu rüzgar, 1930 yıllarında da bütün gücüyle esiyordu. Aceleden, yeni kılıklar Batı’dan ithal edilirken, kafaların ithali unutulmuştu; ya da gümrüklerden çekilmemişti. Saçı ve sakalı uzun olan -biraz uzun tabii- şairler filozof sanılıyordu: tarih, dil, sosyoloji gibi konularda biraz fikri olanlar -ya da fikri varmış gibi görünenler- bilgin olarak saygı görüyordu.
Böyle bilginler de, biraz vakit geçince, artık olgunlaşmıştır düşüncesiyle hemen profesör yapılıyordu. Bilimsel aşamaların akademik bir çalışma sonunda, belirli düzeyde eserlerle geçileceği hiç akla gelmiyordu. Cumhuriyetin ilk yıllarında, bu yorulmak bilmeyen ‘her şey profesörleri’ durmadan teoriler ortaya atıyorlardı. Teoriler mantar gibi büyüyor, bilginler kendi kendine yetişiyordu. Artık ne bilginlerle, ne bunların düşünceleriyle başa çıkmak imkanı kalmamış gibi görünüyordu. Bu arada yorulmaz mütercimler, ellerine geçen her şeyi, insana hüzün verecek kadar acıklı bir biçimde, Türkçe’ye pek yakın sayılamayacak bir dile çeviriyorlardı.
(Devamı perşembeye.)

1 yorum

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.