Bir maarif politikamız olmadı -6

Samiha Ayverdi Mektuplar-14‘te şunları yazar:

“1950’den beri iktidara gelen sağcı partilerin hiçbiri, memleketin uçuruma doğru itilmesine maarifin ‘en müessir amil’ olduğunu fark edip politik çizgisini ona göre hazırlamadı.” Yazarımıza göre: “Türk milliyetçiliği ila-yı kelimetullah ile çift olmadıkça, ruhsuz cesetten farksızdır. İşte bu ruhu söndürmek için de, uzun yıllardır iç ve dış düşmanlarımız, o yapıcı, o vecidli ve ateşli şuura balta sallıyorlardı. Mücadelemiz bu savlete (saldırı) karşı olmalıydı.

Müslüman Türklüğü, tarihinden, dilinden ve iftiharlarından edip karanlıklara gömdükten sonra, bu karanlıkları zehirli ideolojilerin kazip (yalancı) fecri ile aydınlatma yolunu tutmuş olan düşman, ilk büyük darbeyi can damarımız olan maarife vurmuş bulunuyordu.” (s. 250)

“Şu bir gerçek ki, Türkiye Türklüğü’nün maariften mühim hiçbir meselesi yoktur. Tanzimat’tan beri vehameti artan bir yanlış eğitim sistemi, münevver sınıfı, büyük çoğunluğu ile memleket realitelerinden habersiz, hatta sırasında kendi kendine karşı düşman yetiştirmiştir. Bu, ister gaflet yüzünden olsun, ister kasıtlı olsun, netice aynı noktaya çıkmaktadır.

Türkiye Türklüğü bir milli maarif felsefesine ve yine bir milli eğitim ve öğretim sistemine kavuşup bu ana temel sağlama alınmadan, iyi niyetle de olsa, yapılmak istenen her hamle, askeri, siyasi, idari, sınai, ticari, barut fıçısı üstüne kurulan bir bina gibi, her an patlamaya ve berheva olmaya mahkumuz.

Esasen, haçlı, Siyonist ve komünist bloklar da bunu çok iyi bildiklerinden asırlardır alem haritasından silemedikleri Türkiye Türklüğü’nü, tarihinden, dilinden, dininden, topyekün, harsinden (kültüürnden) etmek suretiyle can evinden vurmayı planladılar ve vurdular.” (s. 251)

MAARİFİ MİLLİLEŞTİRMEK

“Şu halde ilk iş, Türk maarifini millileştirmek, Türk çocuğuna ila-yı kelimetullah şevkini yeniden aşılamaktır.

Türklüğün olduğu kadar beşeriyetin de yüzünü güldürecek olan bu şuur, en az bin yıllık tarihimizin kızılelması olarak bizi, sefer, zafer ve medeniyet asırlarına götürmüş ve patronajımız altındaki kavimlere ise içtimai adalet, vicdan hürriyeti ve huzur getirmiştir.

Bu arada şunu da söylemek yerinde olur ki büyük günahımız, daima hareket ve berekette kalarak, meydana koyduğumuz büyük medeniyetin tefsirini yapmamış olmamızdır.

Müslüman Türk’ü tanımamayı bir iman borcu bilen düşmanlarımız ise kitabileşmemiş ve dünyaya kendi kendinin tefsirini ve bir manada da terkip ve reklamını yapmamış Türk’ü, bildiği ve istediği gibi damgalayarak, bu beşeri-ilahi medeniyeti barbar olarak künyelemiştir.” (s. 252)

İ’LAYI KELİMETULLAH

Ayverdi “Türk maarifini millileştirmek, Türk çocuğuna ila-yı kelimetullah şevkini yeniden aşılamak”tan bahsediyor. Nedir ila-ı kelimetullah?

Bu sözün kelime anlamı Allah’ın adını yüceltmek ve daha ötelere götürmek demektir. Ayverdi’ye göre bu kavram Türkler’e Oğuz Destanı’nda hedef gösterilen, “büyük nehirlere ve büyük denizlere varma” şeklindeki Kızılelma ülküsü, bu milletin müslüman olmasından sonra yeni bir şekle dönüşmüş ve ilâ-yi kelimetullah halini almıştır. Bu kavram bizim fütuhat tarihimizde, Avrupa içlerine kadar ilerlememizde önemli bir motivasyon kaynağı olmuştur. Böylece bu seferler “kuru gavga” için ve şan şeref, ganimet kazanmak amacıyla olmayıp yüce bir ideali, Allah’ın adını yüceltmeyi ve daha ötelere götürmeyi hedeflemiştir.

Kızılelma, ila-yı kelimetullah, fütuhat ruhu, bunlar aynı hamleci ve aksiyoner anlayışı temsil ederler. Ayverdi durağan değildir, tarihe saplanıp kalarak bununla teselli bulmakla yetinmez. Ona göre bugünün Kızılelma ülküsü, her Türk insanının; öğrencinin, öğretmenin, hekimin, yapı ustasının, çöpçünün mesleğinde en ileri seviyeye yükselme azmine ve gayretine sahip olması demektir. Devam edecek.