Evvelki hafta Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Türk Halk Müziği Korosu’nun konseri vardı. Müzik bir sevdadır, sanat bir sevdadır. Ne mutlu bu sevda pınarından içenlere. Şükür ki sayıları az değil. Tabiplerimizden, mühendislerimizden müzikle meşgul olan çok kimse var.
Ayhan Sökmen, Teoman Önadlı, Selim Öztaş, Sait Eğrilmez ilk hatıra gelenlerdir. Tabiplik yorucu bir meslektir. Müzikle bir şekilde meşgul olmak, doktorlar için herhalde iyi bir terapi aracıdır.
Çoğunluğu tıp mensuplarından ve Dokuz Eylül’ün çeşitli fakültelerinden öğrencilerin oluşturduğu kalabalık koro, bana kültürümüz adına ümit verdi. Bizim müziğimiz halk müziği ve sanat musikisi diye ayrılırsa da özünde bir bütündür.
*
Bir zamanlar türkü dinlemek cahil halk kitlelerine özgü basit bir zevk olarak görülürdü. Bu yanlış kanaat etkisini kaybetti. Cemal Kurnaz’ın dediği gibi: Türküler, milletimizin tarih içindeki duygularını yüklediği bir arşiv niteliğindedir. Milletimizin nabzı türkülerde atar. Aşkı, acıyı, ayrılığı, gurbeti, sılayı nasıl algılamamız gerektiğini bize türküler öğretir. Yemen’in feryadı, Çanakkale’nin çığlığı onlarda saklıdır. Türküler, Türkiye’nin derinliklerindeki gizli bir mutabakatı anlatan “bir başka dil”dir.
Türkülerin çoğu isimsiz bir halk sanatçısının gönlünden dökülür. Sonra, yüzyıllar boyu halk denilen büyük ustanın süzgecinden geçer. Türküler milletimizin büyük tecrübesinin sese ve söze bürünmüş birer şeklidir.
Türkülerdeki dil halk Türkçe’sidir, herkesin anladığı doğal Türkçe’dir. Yeni yapılan müziklerden başarılı olanların sözlerinde halk tarzından izler vardır. Sezen Aksu’da olduğu gibi: “Bir turna olsam yollara vursam/ Uçabilsem kendi semalarıma.”
*
“İzmir’in kızları/ Korku yok kitabında/ Çal bir harmandalı/ Delikanlı makamında.”
Koronun ilk türküsü, sözleri ve bestesi ile günümüze ait bir parçaydı. Ama türkü geleneğimizin bir devamı niteliğindeki Memikoğlan’ın ikinci kuplesi şöyle:
“Dağı dağa kavuşturan ben idim/ Suyu suya eriştiren can idim/ Yükledim mi gece vakti kaçağı/ Karanlıkta ışılayan gün idim/ Uyu Memikoğlan uyu/ Öte geçelerde büyü”
Yalçın Tura’nın türküsü de öyle, aynen gelenek çizgisinde. Edip Akbayram’ın yorumu beni çok etkiler:
“Hasretinle yandı gönlüm / Yandı yandı söndü gönlüm / Evvel yükseklerden uçtu/ Düze indi şimdi gönlüm.
Aramızda karlı dağlar/ Hasretin bağrımda kışlar/ Başa geldi olmaz işler/ Yokluğundan öldü gönlüm.”
Türkülerimizdeki doğal melodiler sanatçılarımız için zengin bir kaynaktır. Alevi geleneğinin telli Kur’an diye kutsadığı bağlama, yeni modalara inat, şaşırtıcı şekilde gönül dilimizi konuşturmaya ve geliştirmeye devam ediyor. Yeni güfte ve besteler, eski türkülerdeki içten sadeliğin sırrını anladığı ölçüde kalıcı olmayı başarıyor. Bu gelişmeler, geleceğe dair ümitlerimizi güçlendiriyor.
Bir yanıt bırakın