Pamukkale Üniversitesi, içinde bulunduğu Denizli şehrimiz gibi hızla gelişen bir bilim kurumu. Felsefe bölümünün 20 yıllık bir geçmişi ve 500 öğrencisi var. Öğrenciler “Felsefe ve Düşün Topluluğu” adlı bir kulüp kurmuş. Çeşitli kültür faaliyetleri yanında zaman zaman söyleşi programları düzenlemekteler.
Bu söyleşilerden birisi için beni çağırdılar. Kendilerine şöyle bir konu başlığı bildirdim: “Tasavvuf ve Felsefe: Uzak ve yakın disiplinler”. Bütün yeni üniversitelerimizde olduğu gibi Fen-Edebiyat Fakültesi’nin de modern ve şık bir salonu var, orada konuştum.
*****
Konu geniş, sınırlı gazete köşesi için kısaca özetlemeye çalışayım: Varlıklar içinde insan, üstün bir yere sahip. Onun bir maddi bir de manevi yönü var. Maddi yönümüz, bedenimizdir. Manevi yönümüzü kabaca akıl ve ruh diye ifade edebiliriz.
Her iki yönün de ihtiyaçları ve gelişmesi söz konusu. Bedenimiz beslenmek ister. Çeşitli antrenmanlarla gelişmesi mümkün. Halter çalışması yapan bir kimse büyük ağırlıkları kaldırabilir.
Aklımızın besini çeşitli bilgilerdir, düşünmedir. Felsefe ile matematikle aklın gelişme imkanı vardır. Ruhumuz ilahi kökenlidir, onun sağlığı, aslı ile iletişim kurmasına bağlıdır.
******
İnsanın mutluluğu maddesi ile manası arasında denge kurmasıyla mümkündür. Yapıları gereği maddemizle manamız devamlı bir mücadele halindedir. Maddi tarafımız bizi hep aşağılara çekmek ister. Hırs, kibir, kıskançlık, öfke, kin, bencillik yakamızı bırakmaz.
Özlenen dengenin kurulabilmesi için manevi tarafın kollanması gerekir. Din bu dengeyi kurmayı hedefler. Dinin özel bir uygulanış ve yorumlanış biçimi olan tasavvuf ise bu konuyu daha başarılı yürütür. Maddi yönümüzün olumsuz güçlerine nefis denir. Tasavvuf nefisle mücadeleyi öğretir. Bunda başarılı olanlar güzel ahlaka ve ruh selametine erer.
********
Tasavvufta gönül bilgisi daha önemlidir. Onun için akılcı/rasyonalist felsefeye mesafeli durur. Duyular yanılır. Elimizi sıcak sudan sonra ılık suya daldırırsak bize soğuk gelir. Soğuk sudan sonra ılık suya daldırırsak sıcak gelir. Halbuki aynı sudur. Bunun gibi akıl da yanılabilir. Onun için “uzak disiplinler” dedik.
Tasavvufun bir de tefekkür yönü vardır. Varlık nedir, Tanrı-alem ilişkisi nasıldır gibi. Sufiler yaşadıkları engin ruh hallerini, Allah-alem ilişkilerini sözlü olarak açıklarken felsefe terimlerinden faydalandılar. Bu bakımdan felsefe ile tasavvuf için “yakın disiplinler” denebilir.
Şunu unutmamalıyız: Tasavvufla felsefenin metodları farklıdır. Tasavvuf bir “hal ilmidir”, yani yaşanarak bilinir. Felsefe ise tamamen akıl ve tefekkür işidir. Bazen ikisinin yolları kesişebilir. Filozof İbni Sina ile sufi Ebu Said uzun süre sohbet ederler. Sonunda İbni Sina: “O benim bildiklerimi anlıyor” der. Ebu Said ise: “O benim anladıklarımı biliyor” diyecektir. Bilmek akıl işi, anlamak kalb işidir.
Bir yanıt bırakın