İzmir Emir Sultan Külliyesi’nin restorasyonundan sonra, girişin sağdaki duvarına İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından bir levha konmuş. 12/2015 tarihli bu levhada seküler bir zihniyetle bu yerin tarihi hakkında kısa bilgiler verilmektedir. Levhadaki ilk cümle şöyle:
“13. ve 14. yüzyıllarda Anadolu Beyliklerinde ve bölgelerdeki ‘alp’ler aynı zamanda bölgenin idari yapısı ve bayındırlığı ile ilgilenmekte, kültürel birlikteliğe katkı sağlamaktaydılar.
‘Alp-eren’ ünvanı bu nedenle oluşmuştur. Bu asker yöneticilerin yararlık gösterenleri için halkta oluşan takdir duyguları, nesiller sonra dilde oluşan değişikliklerle ‘Emir Sultan’ unvanının kazanılmasına neden olmuş olabilir.” Bu levha metnini hazırlayanlar materyalist bir zihniyete sahip olabilirler. Ama bu anlayış onları tarihi gerçekleri çarpıtmaya götürmemeliydi. Bir sözlüğe, mesela Kubbealtı Lugatı’na baksalardı orada aynen şu ifadeyi göreceklerdi:
ALP EREN
“Alp Eren, eski Türklerde hem cesur, bahadır, savaşçı hem de manevi hüviyete sahip kimse; İslamiyet’in kabulünden sonra hak dini yaymak için sınır boylarında gaza eden dervişler.” “Alp” eski Türklerde kahraman ve cesur kimselere verilen bir sıfattır. Bunun nasıl “alperen”e dönüştüğünü Fuat Köprülü şöyle açıklar: “İslamiyet’ten evvelki Türk Alpleri, İslamiyet’in cihat ve gaza mefhumları Türkler arasında yayılınca Alperenler, yani savaşçı dervişler şekline girmişlerdir. Bunları bilhassa Hristiyan ülkeleri ile bitişik hudut memleketlerinde, yani uçlarda görüyoruz.” O halde Seyyid Mükerremüddin adlı alperenin dini-tasavvufi kimliğini görmezden gelmek insafa sığmaz. Buraya gelen ziyaretçiler de yanlış bilgilendirilmiş olur.
KASIT MI, CEHALET Mİ?
Söz konusu levhanın 3. paragrafında şu cümle yer alır: “Zamanla türbe etrafında ‘hazire’ (önem verilen kişilerin gömülü olduğu mezar yeri) oluşmuştur.
Hazirenin de etkisiyle zaviye 19. Yüzyıl itibarı ile -Seyyid Mükerremeddin’in bir dini kişiliği olmamasına karşın- dini açıdan değer verilen bir yer olarak kabul görmüştür.” Hangisini düzeltelim, bir “alperen” olarak bilinen, “Seyyid” olduğu kabul edilen kişinin, dini kimliğinin olmadığını söylemek, kasıt değilse cehalet ve gaflettir. Belgelere göre Emir Sultan Türbesi ve müştemilatından, 14 ve 15. asırlarda “zaviye”, 19. Yüzyıldan itibaren ise “dergah” diye bahsedilir.
Küçük tekke ve dergahlara “zaviye” denir, yani buralar dini-tasavvufi mekanlardır.
Emir Sultan’ın restore edilmesi ve korunması dolayısıyla teşekkür borçluyuz.
Burası manevi, tarihi, tasavvufi, uhrevi bir mekan. Bu tür manevi değerlere ve halkın inançlarına böylesine soğuk bakmayı anlamak mümkün değildir.
Bir yanıt bırakın