Yahya Kemal’in (1884-1958) çocukluğu, XIX. asrın sonlarında samimi bir Müslüman-Türk şehri (Bugün Makedonya’nın başkenti) olan Üsküp’te geçmiştir. Şairimiz 5 yaşında iken dualarla ve amin alayları ile mahalle mektebine başlar. Annesi kendisine Hz. Muhammed’i sevmeyi telkin eder. Yunus Emre’nin ilahilerini söyleyen bu inanmış kadın, onları oğluna da öğretir. Özellikle “Şol cennetin ırmakları, akar Allah deyu deyu” ilahisi 7-8 yaşlarında iken öğrenip makamıyla söylediği parçalardandır. “Hasılı çocukluğumun muhiti, der şairimiz, uhrevi bir alemdi. Maamafih babamla gittiğim bayram namazlarından başka ibadet bilmezdim.”
Yahya Kemal’in çocukluğundaki bu son derece samimi duygu ve inanç müslümanlığı, yer altına kaçmış sular misali bir müddet ruhunun derinliklerine gizlenip, şiir ve nesir olarak söz kalıbına bürünerek ortaya çıkacağı zamanı bekleyecektir. Annesi ölünce tahsil için İstabnul’a gelir. Ailevi meselelerden dolayı huzuru yoktur. O yıllarda ülkemizde ve Batı’da çokça görülmeye başlayan materyalist fikirlerin etkisiyle bir inançsızlık devresi yaşar. Bu sırada 18 yaşlarında iken Paris’ kaçar. Orada ilk yıllarda dinsizliği artar.
PARİS’TE HİDAYETE ERER
Paris’te 9 yıl (1903-1912) kalan Yahya Kemal, bir müddet devrin moda fikirleri peşinde koşarsa da, aldığı tarih metod ve kültürü sonucu, Türk tarihini iyice tetkik eder. 1071 Malazgirt zaferini bir başlangıç sayarak, o günden bu yana Anadolu ve Rumeli’de vücud bulan kültür, sanat, dil ve medeniyet değerlerimize dört elle sarılmak gerektiğine inanır. Tabii ki, bu muhteva içinde dinin önemli yeri vardır. Bu anlayışla memleketine (evine) döner.
Yahya Kemal’in Türk tarihinde hayran olduğu şey, maddi alemle manevi alemin birleşmesidir. Ona göre atalarımız ruhlarını dolduran dini duygu ile bu dünyayı uhrevi hale getirmişlerdir. Maddi alemden hoşlanmayan şair, İstanbul’un ruhaniyetli semtlerini derin bir özleyişle dolaşırken, oralarda bu aleme girdiğini hisseder. Yahya Kemal’in şiirlerinde tarihimize, vatan ve millete olan bağlılığı açıkça görülür. Şair onlara dönünce, hem zengin bir gerçeği yakalar, hem de iç sıkıntısı ve yalnızlıktan kurtulmuş olur. Böylelikle aramış olduğu sonsuzluğun milli varlık ve kültür içinde, maddi ve manevi bir sentez haline geldiğini görür. Yahya Kemal kendi nesli içinde dine ve dini hayata saygılı olmaktan da öte, onu milli varlığımızın ve Türk olarak yaşamamızın bir şartı kabul etmiştir.
MESNEVİ VE CİHAD
Yahya Kemal Müslümanlığın kitabi tarafına ilgi duymaz. O, şer’i muhtevaya temas etmeksizin ahlaki, ruhi, tarihi sahada ve kültür eserlerinde kendini gösteren, Türk ruhuna uygun bir İslam anlayışı üzerinde durur. Onu, halkımız ve toprağımız üstünde beliren şekliyle terennüm eder.
Tanpınar, bir gün Yahya Kemal’e: “Neydi bu eskilerin hayatı acaba? Nasıl yaşarlardı?” diye sorar. Gülerek cevap verir: “Gayet basit, pilav yiyerek ve Mesnevi okuyarak! Daha sonra bu görüşünü şöyle düzelttiği görülür: “Medeniyetimiz Mesnevi ve cihad medeniyetiydi.”
Yahya Kemal’in hayat ve ölüm felsefesinde önemli yer tutan amillerden biri de tasavvuftur. Tasavvuf Türk-İslam medeniyetinin bir parçası olduğu için onu ilgilendirmiştir. Yahya Kemal’in tasavvufla ilgisi bir yaşayış biçimi ve uygulama tarzında değildir. Onu, bağlı olduğu değerler bütününün bir unsuru olarak benimser. (devam edecek)