Bugün ezanın önemi üzerinde durup, cuma günkü yazımda ise hoparlördeki yüksek sesli ezanlara değineceğim.
Eskilerin söyleyişiyle ezan, “şeair-i İslam”dandır, yani Müslümanlığın başlıca alamet ve işaretlerinden biridir. Ezan namaz için Müslümanları camiye davet etmek üzere okunur. Dünyanın yuvarlaklığı ve dönüşü dolayısıyla namaz vakitleri her bölgede farklıdır. Bu sebeple teorik olarak yeryüzünde her an ezan sesi duyulur.
Özellikle Türk hakimiyetindeki ülkelerde ezan, melodisiyle, okunuş tarzıyla yüksek bir seviye kazanmıştır. Ön yargısı olmayan seküler çevrelerde bile ezan sesi ilgiyle karşılanır, farklı bir duygu uyandırır.
Hassas bir anında iyi okunan bir ezan sesi sebebiyle, Müslüman olan yabancılara dair yaşanmış hikayeler vardır.
Cami mimarisinde ezan okunmak için yer alan minareler, görsellik bakımından büyük değer taşır. İstanbul manzaralarının paha biçilmez unsurlarından biri klasik mimarimizin zarif minareleridir.
Edirne’deki Selimiye Camii minareleri, sanki hudutlarımızı bekleyen gözcülerdir. Anadolu köylerinde ve Karadeniz’in yeşillikleri arasında uzaktan görünen beyaz minareler dekoru tamamladıkları kadar, içimiz ısıtan sembollerdir.
Ezanın, Müslümanları namaza çağırma nidası olmanın ötesinde ve onu aşan bir anlamı vardır. Ezan dinimizin, milliyetimizin, istiklalimizin, zaferlerimizin, sanatlarımızın bir hareket gücü ve sembolüdür. Yahya Kemal’in meşhur şiirindeki şu ifadeler ezanla cihangirlik arasında bir bağ kurar:
“Emr-i bülendsin ey ezan-ı Muhammedi/ Kafi değil sadana cihan-ı Muhammedi”
Bayrak ve ezan adeta bağımsızlık simgesidir. İstiklal Marşımızdaki şu sözler bunu dile getirir: “Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli/ Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.”
Ezanda ses güzelliği önemli ve aranan bir özelliktir. Müezzinlerin piri olan Bilali Habeşi sesi güzel olduğu için Hz. Peygamber tarafından ezan okumakla görevlendirildi.
Dini musikimizin en yaygın, etkili ve yakıcı nağmelerini ezan okurken ortaya koymuşuzdur. İyi okunan bir ezan gönüllere ferahlık, yüreklere cesaret ve ruhlara güven verir.
Necdet Subaşı Urfa’daki bir sabah ezanını anlatır: “Acaba bu ezanın çıktığı hançere, yüreğe, kalbe, vicdana hatta ta uzaklardaki Kabe’ye mi bağlanmıştı? O sesin içinde dolaşan ruh neden benim yüreğimi yıkamış pür ü pak eylemişti? Müezzinin ezanı da kameti de müthişti. Cami ancak kalbi olanların hissedebileceği bir ruhanilikle yerinden kalkmaya başlamıştı.
” Bahtiyar Vahapzade’denin msralarıyla bitirelim:
“Gece sükut içinde… Yer gök uykuda… Birden/ Açılan ele benzer yüce minarelerden/ Gelir kulaklarıma “Allahü Ekber” sesi/ Bu, göklerin sesidir, bu olamaz yer sesi/ Bu sesde zaman, mekan birbirine karışır/ Bu sesin tılsımıyla ölümle de barışır.”
(Ezan-2 Hayıflanma, cumaya)
Bir yanıt bırakın