Milletimizin bu toprakları fethi sırasında manevi unsur özellikle dikkati çeker. Bu ruhla beslenmiş aktif, dinamik insanlara “Gazi dervişler” veya “Alperenler” denir. Bu toplulukların amacı iyiliği, güzelliği, ahlakı, olgunluğu yaymaktır. Bu güzellikleri önce kendileri uygulamış, sonra örneklik yaparak tanıtmışlardır.
İşte tam da bu konulara yer veren bir makale okudum: “Modern Alperen: Ahmet Kabaklı”, yazarı Birol Emil. Çıktığı yer: Türk Edebiyatı dergisi.
Değerli yazarımız Beşir Ayvazoğlu yönetimindeki dergide edebiyatımıza, kültür ve sanatımıza dair iyi yazılar çıkıyor. Sözünü ettiğim makale bunlardan biri. Derginin 484. sayısında çıktı, Şubat 2014. Yazının giriş bölümünden özetleyerek veriyorum:
Türk milletinin tarihinde ilk görünen milli timsal, ‘Alp’ tipidir: Türk’ün kuvvet, kudret ve hakimiyet iradesini temsil eden savaşçı kahraman tipi. Eski Türk destanlarında bu tipin yarı gerçek, yarı efsane maceraları anlatılmıştır. “Alp” tipi İslamiyet’in kabulünden sonra İslam’ın gaza ve cihad ruhuyla yoğrularak “Gazi” tipine döüşmüştür.
Gazi tipinin son büyük örneği Atatürk’tür. Milli Mücadele yıllarında henüz Atatürk olmayan Mustafa Kemal Paşa’ya, Sakarya zaferinden sonra TBMM “Müşir-Mareşal” rütbesini ve “Gazi” unvanını verşti. Müşirlik askeri, gazilik dini rütbelerdi. Çünkü Mustafa Kemal Paşa, Sakarya’da 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi’nden beri 850 yıldır Türklüğü ve Müslümanlığı dünya yüzünden silmeye çalışan haçlı zihniyetli Hristiyan Avrupa’yı yenmişti. İslam’a ve İslam dünyasına bundan büyük hizmet ve himmet olabilir miydi? Nitekim zaferi takip eden günlerden birinde, Meclis, ona ithafen okunan bir şiirin nakarat mısraı ile coşmuştu: “Bir gaza ettin ki hoşnud eyledin Peygamber’i”
ERENLER
İslamiyet Türk milletine ikinci bir insan tipi kazandırmıştı: Erenler yahut veliler ve dervişler. Onlar savaş erleri değil, ruh ve gönül erleriydi. Onların kahramanlıkları ruhları ve gönülleri fetHorasan illerinden Macaristan içlerine kadar Türk Müslümanlığını yayan, Türk milletinin manevi güünü temsil eden onlardı. Keza onlar, İslamiyet’i bir sevgi, müsamaha ve barış dini, İslam inancını karşlik, dostluk, adalet ve dayanışma ruhu olarak yayıyorlardı. Türklüğün ve İslamlığın kavga, savaş, kin, nefret, düşmanlık olmadığını Anadolu ve Balkanlar onlardan öğreniyordu. Yunus’umuzun şu mısralarındaki “misyon” onların da davasıydı: “Ben gelmedim davi için/ Benim işim sevi için/ Gönüller dost evi için/ Gönüller yapmaya geldim.”
Onlar bu yeni coğrafyanın Türkleşme ve İslamlaşmasında, devletin iskan ve iktisat siyasetinde üstün bir rol oynuyorlardı. Hala söylenen bir Rumeli türküsünden anlıyoruz ki, biz Türkler, sevdiğimize kavuşmmayı bile Allah’m rızasını alarak onların himmetinden beklemişiz:
“Yük içinde unum var/ Allah’tan umudum var/ O yar benim olursa/ Erenlere mumum var.”
Bir yanıt bırakın