24 yıllık hekim olan Dr. Murat Kadir Topçu, Sağlık Bakanlığı’nın çağrısına uyup gönüllü olarak Cizre’ye gider, orada yaşadıklarını anlatır.
Cizre Devlet Hastanesine ulaşırlar. Hastane avlusu adeta bir askeri tesis gibidir. Onlarca zırhlı araç ve ellerinde uzun namlulu silah olan pek çok kişi, bu silahlara ait binlerce boş kovan vardır.
Başhekim hastanenin 25 roket yediğini bu sebeple acilin yerinin birkaç defa değiştiğini söyler. Çalışma şekli şöyledir: Acilde gün aşırı 24 saat nöbet, nöbetçi olmadıkları günde sokağa çıkma yasağı olduğundan yine acilin etrafından ayrılamazlar.
Dr. Topçu şöyle devam eder: Yaralı geldiğinde hemen hızlıca müdahale ediliyordu. Asker ve polislere hızlı ve etkili tedavi yapıldı. Orada kaldığımız 14 gün boyunca 3 şehidimiz oldu.
Toplam 40 civarı yaralımız oldu. Birkaçını anlatayım. Bomba patlaması sonucu savrulup sırt üstü düşen ve getirilen bir polis vardı. Geldiğinde uyanıktı. Oturdu. “Beni bırakın, bende bir şey yok, ben görev yerime gideyim” diye tutturdu. Düşme sonucu sağ tarafta kaburgaların olduğu bölgeye dokundurtmuyordu. Akciğer ve kaburgalar için röntgene gönderecektik. Bırakın beni, gideyim, bende bir şey yok diye tutturdu. Sakın rapor falan da vermeyin diye ekledi.
Bir başka gün peş peşe 3 yaralı geldi. İlk ikisi kol ve bacaktan hafif yaralıydı. Üçüncünün yarası sırtındaydı. Daha acil kapısından girmeden “Bende bir şey yok, diğerlerine bakın, diğerlerine bakın, beni bırakın” diye bağırıyordu. Kurşun kürek kemiği bölgesindeydi. Kanamayı durdurup akciğerde bir hasar var mı diye röntgene gönderecektik. Diğer 2 arkadaşını görüp iyi olduklarını anlayıncaya kadar röntgene gitmeye razı olmadı.
Ayağı burkulup yürüyemeyen bir asker geldi. Kırık çıkık yoktu ama yarım alçıya alıp beş gün istirahat verdik. 4. gün baktım tam teçhizat göreve gidiyor. Beni görünce “Hocam iyiyim, zaten kaç gündür dinleniyorum. Takımım göreve gidiyor, onları nasıl yalnız bırakayım. Artık duramıyorum” diye mahcup gözlerle bana bakıp kafayı öne eğdi. Ağlamamak için kendimi zor tutup “Hadi aslanım, Allah kolaylık versin” deyip sırtını sıvazlayıp gönderdim.
Güvenlik güçlerimizin zor şartlarda yaşıyor ve çalışıyor olmalarından dolayı abartılı bir şikayetleri yoktu. Bir kısmı gayet neşeli idi, bir kısmı da çökkün idi. Uzun süreden beri olan yorgunluk dışında genel anlamda herkes iyi durumdaydı.
Operasyonlar sonrası dönen asker ve polisin yüz ifadelerini merak ettim. Hiç birinin yüzünde “Bak işte, biz hallettik, hepsini geberttik, zafer kazandık” gibi ifade yoktu. Görevini yapmış olmanın verdiği huzuru okudum yüzlerinde.
Son söz olarak: Bu vatan hepimizindir. Her şeyimizi önce Allah’a sonra vatanımıza borçluyuz. Bizim gidecek başka bir vatanımız olmadığı gibi bu vatandan verecek tek bir karış toprağımız da yoktur.
Yazının tamamı için bkz: http://bultensaglik. com/trabzonlu-doktor-sirnaki-anlatti/
Bir yanıt bırakın