“İyi bir Türk ol”

Samiha Ayverdi hocası Kenan Rifai’nin Mesnevi açıklamalarını anlatır:

Gene Kürsi-i Şerif’in dibinde Mesnevi’nin hikayelerini Gülzar-ı Hakikat adı altında bir kitapta toplayan ve neşreden Rahmi Efendi vardı ki Mesnevi’ye o derece aşina olduğu halde Kendileri’nin Mesnevi takriri (okuması) esnasında adam bir tespih böceği haline gelirdi. Böyle iki kat olur, büzülür öyle dinlerdi. Sonra Mesnevihanlar gelirdi. Mesnevihanlar bilhassa Mesnevi takririni dinlemeye gelirlerdi. O zamanlar Mesnevihanlık bir ilimdi.

Mesnevihaneler vardı yani Mesnevi takririni öğreten dershaneler. Bu Mesnevihanelerden mezun olmuş, icazet almış kimseler Kendileri’nin Mesnevi şerhini dinlemeye gelirler. Onlardan bir tanesi ismini maalesef unuttum “Gidin, gidin” demiş, “Bizim okuttuğumuz Mesnevi nedir? Gidin de Ken’an Bey’in okuttuğu Mesnevi’yi, onun takririni dinleyin.(Kenan Rifai’nin açıklamaları Şerhli Mesnevi-i Şerif adıyla basıldı)

NURİ PAZARBAŞI

Bir gün bize bir misafir gelmişti. Biz de yemek yiyorduk. Dediler ki: “Yaşlı bir bey geldi.” hakikaten öyle. Siyahlar giyinmiş, klasik bir yüz, beyaz saçlı, beyaz bıyıklı bir bey. “Ben Nuri Pazarbaşı” dedi. Gaziantepliymiş. “Peki, buyurun.” dedik. (Nuri Pazarbaşı -1875-1961- Gaziantepli tüccar. 1940-1944 yılları arasında Milletvekilliği yaptı.)

“Ben gençliğimde Antep’te anlı şanlı bir tüccardım.” diye anlatmaya başladı. Bir gün bankaya gidiyormuş. Hava gayet soğukmuş. Yerler buz tutmuş. Oranın bir meczubu varmış. Buzların üstünde oturuyormuş. Göğsü, bağrı açık. Yalnız iki tane köpek sokulmuşlar adamı ısıtıyorlar. “Şunlara bir şey ver” demiş. Nuri Pazarbaşı: “Aman baba sırası mı, banka kapanacak” demiş ve yürümüş. Yürümüş ama içine dert olmuş, niye acaba dediğini yapmadım diye. “Dönüşte sıcak bir pide aldım. Heybe yaptırdım. İçine de sıcak kebap koydurdum. Götürdüm, verdim adama.

” Adam “İstemem” demiş. “Aman, etme eyleme, affet çok acele işim vardı”, “İstemem.” “Yalvarıyorum ellerine ayaklarına kapanıyorum”, “İstemem, istemem.” “Ben de senin çomarına veririm”, “Onlar da istemezler.” “Sıcak pideyi, sıcak kebabı, o soğuk memlekette aç köpekler yemez mi? Doğradım, doğradım, attım önlerine.” “Şöyle yaptılar, başlarını çevirdiler geri çekildiler. O oldu, bu oldu. Yalvardım, yakardım ve nihayet beni terbiyesine aldı. Ve işte bu kadar oldum,” diye anlattı. Allah’ın ne kulları var.

İYİ BİR TÜRK OL

Bir hanım vardı bizim Bonn Kültür Ataşeliği’ne memur olarak gidiyordu. Bir gün “Gidiyorum, Allahaısmarladık. Bir şey ister misin?” dedi bana. “Evet” dedim. Maddi bir şey isteyeceğimi sandı. Şöyle bir duraladı biçare, yüzüme baktı. “Bir şey istiyorum ben kızım senden.” dedim. “Aman ne kadar mükemmel bir müslüman Türk dedirtirsin!” dedim. Nefes aldı, kurtuldu. Ertesi sene geldi: “Ay ne kadar güç şey istemişin benden.” dedi.

Bu, sekiz kişilik bir pansiyona gidiyor. Sekiz aile varmış. Giriyor içeri. İlk iş radyoyu açıyor köküne kadar. Hemen geliyor (tık tık tık), “Madam, radyonuzu o kadar fazla açmayın, sizin radyonuzu başkaları dinlemeye mecbur değildir!” “Eyvah” diyor, varan bir. Ertesi gün gene (tık tık tık), “Madam, perdeleri o kadar sert kapamayın. On sene dayanacağına beş sene dayanır.” “Ay Allah’ın günü (tık tık tık) Madam filanı yap, Madam falanı yapma. “Rezil oldum.” diyor. Onun için evet, sade söylemek değil… (Samiha Ayverdi, Sen Onu Kaybettin kitabından)

2 yorum

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.