İzzet Çapa’nın Elif Şafak’la yaptığı röportajdan bir bölüm (09.03. 2014): “1999 depreminde İstanbul’daydım. Sabahın üçünde koşarak dışarı çıktım ve içki bile satmayan tutucu mahalle bakkalımızın, korkudan ağlayan bir travestinin yanına gelip sigara uzattığına şahit oldum. Ölümün nefesini üzerimizde hissettiğimizde dünyevi farklılıklarımız yok olur ve çok uzun sürmese de hepimiz “bir” oluruz.”
Yazarımız daha sonra sözü romanlara getirir, sanırım “Ustam” adlı son romanından bahseder: “Romanların o depremin etkileri kadar birleştirici olduğunu iddia etmiyorum. Ama iyi bir kitabın sayfalarında kaybolduğunuzda daha önce bir araya gelmediğimiz, hatta uzak durduğumuz kişileri bile tanımak isteyebiliriz.”
Bu alıntıyı yapmamın sebebi şu: Yazar, tutucu mahalle bakkalının, korkudan ağlayan travestiye sigara uzatmasını ölüm korkusunun farklılıkları yok ettiği gerekçesine dayandırır.
Doğrudur, aşırı korkular, aşırı sevinçler insanlar üzerinde umulmadık etkiler yapar. Ben başka bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Bakkalın davranışında, çok derinlerde kalmış insani bir dürtü, bir iyilik duygusu arayamaz mıyız?
*******
Bu köşedeki tezlerimden başlıcası insanlardan ümit kesmemek gerektiğidir. Canavarlaşmış kimseler elbette vardır. Ama bu durum arızidir. İnsanın mayasında “iyilik” galiptir. Ummadığımız bir yerde, beklenmeyen bir anda, ruhun derinliklerinde gizli o iyilik duygusu ortaya çıkıverir.
Evet, iyiler çoğunluktadır. Emniyet müdürlüğünden bir yetkilinin ifadesi şöyle: “Bu ülkede suçların yüzde 99’unu nüfusun yüzde 1’i, geri kalan yüzde 1’ini de nüfusun yüzde 99’u işliyor.”
Aslında bu ülkenin insanı dürüsttür, efendidir. Medyanın söz konusu ettiği on tane cinayet ve kötülük haberine mukabil; okumadığımız, görmediğimiz binlerce iyilik ve dürüstlük haberi vardır. Ama neyi daha çok duyarsak sadece onu gerçek zannediyoruz.
*******
Bir komşumuz vardı, taksi şoförlüğü yapar. Dinle diyanetle, cami ve cemaatle ilgisi yoktur. Kimseyi rahatsız ettiğini görmedim, duymadım. Karısı içkisinden şikayetçi, bulunduğu arkadaş çevresinin öyle bir ortamı var. Zaman zaman gecenin bir yarısında öfkeli sesini duyduğumuz olurdu.
Gölcük depreminin ikinci veya üçüncü günüydü. Bu komşumuz bir organizasyon yapmış, yardım malzemesi ve eşya toplamış, kamyonete yüklediği gibi doğru Gölcük’e götürmüş. Kendisi öyle varlıklı biri de değil.
Doğrusu beni çok şaşırtmıştı. Böylesi bir işe girişmek benim aklımdan dahi geçmemişti. Daha sonra başka güzel hallerini de fark ettim. Bir hayli yardım sever insandı. Gariban, yoksul kimseleri kollayan, elinden geldiğince onlara yardım eden biriydi. Hatta eşi, bu hallerinden dolayı hem sitem eder hem memnun olurdu. Zamanla ahbaplığımız arttı. Arabam ne zaman arıza yapsa Hızır gibi yetişir.
Evet iyiler, sandığımızdan daha çoktur.
Bir yanıt bırakın