İzmir dindarlığı/’İrfan’ geleneği

Hafta başında Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez İzmir’deydi. Balçova Kaya Termal Otel’de din görevlileriyle bir toplantı yaptı, önemli şeyler söyledi. Anadolu Ajansı’nın geçtiği haberdeki bir noktayı gazetelerin çoğu manşet yaptı: “İzmir’in farklı bir dindarlığı var.”
Başkan şöyle demiş: “İzmir’in farklı bir dindarlığı var. Bu dindarlığın irfan geleneğine ihtiyacı var. Öyle olduğu için tasavvuf profesörünün, irfan geleneğinden gelen bir arkadaşımızın İzmir’e müftü olarak atanması tesadüf değil.”
Başkanın iyi niyetli sözlerinin, maksadı dışında yorumlara konu olmasını doğru bulmuyorum. Meselenin arka planında şu var: İzmir’de iki yıldan fazla süredir müftü yoktu. Müftülük vekaletle yönetiliyordu. Diyanet İşleri Başkanlığı son yıllarda metropol illere akademisyen müftü atama yoluna gitti. Amaç akademisyenlikteki bilgi birikimini hizmete dönüştürmektir. Ayrıca büyük illerin müftülüklerine daha saygın bir statü kazandırmaktır.
İl müftülüklerine atamalar üçlü kararnameyle, yani ilgili Bakan, Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın imzasıyla yapılır. İki yıldır İzmir’e, İzmir İlahiyat’tan iki profesörün tayini söz konusu oldu. İkisi de son imzalardan döndü. Bu tür atamalar ince elenip sık dokunan, birçok faktörün etkili olduğu işlemlerdir.
Nihayet iki yılın sonunda Prof. Dr. Ramazan Muslu atandı. D.İ. Başkanı bu gecikmeden dolayı üzgünlüğünü beyan etmek, ayrıca kendi personelini bilgilendirip motivasyon vermek üzere söz konusu toplantıyı yaptı. İki saatten fazla konuştu. Din görevlilerine çağın gereklerine uygun davranmalarını telkin etti.
Onun bir cümlesinden hareketle bir bardak suda fırtına koparılmaya devam ediliyor. “İzmir’in farklı bir dindarlığı var” ne demekmiş?
Aslında bütün talihsizlik Başkan’ın irticalen konuşmasından doğmuştur. Elinde yazılı bir metin bulunsaydı şöyle diyecekti: “İzmir’in farklı bir dindarlığı var. Bu dindarlık irfan geleneğinden beslenmiştir. Müftü atamasında geciktik. Ama nihayet bir tasavvuf profesörü, irfan geleneğinden gelen bir arkadaşımız İzmir’e müftü oldu.”
Başkan akıllı adamdır. Bile bile farklı yerlere çekilecek söz sarf etmez. Ama irticali konuşma sırasında bu tür cilveler her zaman olur. Nitekim daha sonra yaptığı açıklamada asıl niyetinin şu olduğunu söyledi: “İzmir’in farklı dindarlık anlayışı vardır derken daha barışçı, insanları daha çok birleştiren, daha gönül diline sahip, çok güzel bir dindarlığı var.” Bunu geliştirmek üzere irfan geleneğinin uzmanı bir müftü atandığını vurguladı.
Konunun siyasi ve fikri iki boyutu var. İktidar karşıtları iyi bir fırsat yakaladık düşüncesiyle başkanın sözlerinden hareketle, onun üzerinden hükümeti yıpratmak istiyorlar. Cami, kışla, okul keşke politikaya alet edilmese. Ama maalesef ediliyor.
Fikri boyuta gelince: Sözü edilen “irfan geleneği” ne demektir? İslam’ı anlama ve yaşama biçimleri farklıdır. Kabaca, bir şekilci din anlayışı bir de dini özümseyerek yaşamak ve hal edinmek vardır. Birinciye Medrese Müslümanlığı, ikinciye Tekke Müslümanlığı veya dinin tasavvuf yorumu denir.
İkinci anlayış daha kucaklayıcı, gönüllere hitap edici, sevgi ve şefkat ağırlıklıdır. Yaradandan dolayı yaratılmışı sevmektir. Yunus, Hacı Bektaş ve Mevlana’nın anlayışıdır. Toleranstır, 72 millete bir gözle bakmaktır. Türklerin Müslümanlık anlayışı böyleydi. Gönül adamlarının, mutasavvıfların temsil ettiği din anlayışı buydu.

YÜKSELEN DEĞER

Bizde devletin ve Diyanet’in din anlayışı daha çok şekilci medrese zihniyeti idi. Belki de tekkelerin kapatılması ve onların temsil ettiği görüşe mesafeli durulması, bu sonucu doğurdu. Yakın zamanlara kadar bu böyleydi.
Oysa devir değişti, mistisizm, tasavvufi din yorumu, bütün dünyada yükselen bir değerdir. Bunun ülkemize de yansımaları oluyor. Komplo teoricilerinin iddia ettiği gibi, tasavvuf anlayışı light (sulandırılmış, gevşek) İslam’ı değil, gerçek dini temsil eder.
Aslında irfan geleneğine, tasavvufi din yorumuna her şeyden önce diyanetin ve din görevlilerinin ihtiyacı var. Son yıllarda Diyanet üst kademesinin bu çizgiye yaklaştığı görülüyor. Ama alt kademeler ve halkla birebir temas halinde olanlara yansıması zaman alacak gibi. Başkan o konuşmasında din görevlilerine ‘gönül dünyamızda inkılap yapma’ gereğini hatırlatır, şöyle demiş: “Biz kendimizi değiştirmezsek, toplumu değiştiremeyiz. Biz halimizi değiştirmezsek, toplumun halini güzelleştiremeyiz. Biz gönül dünyamızda inkılaplar meydana getirmezsek, toplumu da iyi yönde değiştirme gücünü kaybederiz.”
Bir süreden beri Diyanet teşkilatımız tasavvuf konularına eğiliyor. Yayınları arasında evvelce tasavvuf alanı hiç yer almazdı. Şimdilerde tek tük görülmeye başladı.

İZMİR’DE İRFAN

Şimdiye kadar bu köşede tam da bu konuları öne çıkarmaya çalıştım. İzmir’in tarihteki tasavvuf ve irfan yönünü yazdım. Eski İzmir, Türk İzmir, bu irfan geleneğinin tam olarak yaşandığı bir yerdi.
Emir Sultan’daki Seyyid Mükerremeddin, İzmir’in fethinde görev almış bir gazi derviştir. Türbesi ve yanındaki dergah, 1930’lu yıllara kadar İzmir’in irfan ve maneviyat merkezi idi. Bunları geçmiş yazılarımda dile getirdim.
İzmir’i yazanlardan Yaşar Aksoy, 90-100 sene öncesinin Tilkilik semtini şöyle anlatır: “Tilkilik o yılların asude ve ekabir semtlerindendir. Evlerden sokaklara musıki nağmeleri yayılır. Rifai-Mevlevi-Bektaşi tekkeleri vardır. Her köşesi bir evliya durağı…”
Şahin Çandar’ın çocukluk yılları İzmir Mevlevihanesi’nin çevresinde geçmiştir. Yaşadığı bu semti, Patlıcanlı Yokuşu’nu şöyle tasvir eder: “Çeşmenin tam karşısında, biraz yanda, Şeyh Cemal’lerin bahçeli evlerinde kimler oturuyor acaba? Tanburların, neylerin, kudümlerin sesleri, kaç yıldır nerede yorgunluk dinlendiriyor ? Mevlevi raksları nerede biçimleniyor? Sohbetler nerede koyulaşıyor? Çoktan rahmet-i Rahman’a kavuşan o güzel insanların ruhları, hala çocuklara gülümsüyor mu? Taa yokuşun üst başından, tekkeden bu sokağa, mutlu yüzler, koşup gelen o inanmış ve tertemiz insanlar…”
Başkanın söylediği söz yerindedir, ama sadece İzmir için sarf edilirse eksik kalır. İzmir, söz konusu irfanın teorisini bilmese de uygulamada onu iyi yansıtır. Dindarlığını reklam etmez, daha toleranslı ve yapıcıdır.
Aslında irfan geleneğine, tasavvuftan beslenen din anlayışına Türkiye’nin her bölgesinin ihtiyacı var. Bu geleneğin kökleri bizim tarihimizde ve genlerimizde mevcuttur. İyi niyetle ve çağa uygun şekilde tekrar canlandırılması gerekir.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.