İZMİR MEVLEVİHANESİ

Ege’de Mevlevîlik erken dönemlerde yayılmaya başladı ve çeşitli yerlerde Mevlevîhâneler inşâ edildi (Manisa, Tire, Muğla vb.). İzmir şehri ise Aydınoğulları zamânında Türk hakimiyetine geçtiyse de daha sonraları sık sık el değiştirdi. Osmanlı döneminde Aydın sancağına bağlı bir kazâ merkezi haline geldi. Denizden zaman zaman baskınlara uğradı. Ortaçağlarda deniz tarafının Hristiyanlar, kara tarafının Müslümanlar elinde oluşu dolayısıyla şehir iktisâdî bakımdan sönük kalmıştır. Ayrıca sosyal huzursuzluklar pek eksik olmadı. 1800’lü yıllarda müslim ve gayr-ı müslim oranı başa baş görünüyor.

İzmir’in XIX. yüzyılın ortalarına kadar hinterlandı/ticârî iç bölgesi ile bağlantısı, uzun ve riskli bir yolculuğu gerektiren kervanlarla yapılıyordu. İzmir-Aydın ve İzmir-Kasaba demiryollarının yapımından sonra sür’atle durum değişti.[1] 1850’lerden îtibâren ekonomisi gelişen İzmir bir câzibe merkezi olmaya başladı. Buna paralel olarak, daha güvenli ve geniş mekânlara ihtiyâcı olan Mevlevîlik’in de bu yıllardan îtibâren İzmir merkezinde kök salmaya başladığı görülüyor.

İzmir’de Mevlevîlik kültürü ve târihiyle ilgili bilgilerimiz 1800’lü yılların ikinci yarısında başlayan bu zaman dilimine aittir. Mevlevihânenin kurucu şeyhi Halil Âkif Dede’dir (1803-1888). İyi yetişmiş bir Mevlevî olan Halil Dede yedi yaşında hâfız olur, 18 yaşında kıraat ilminde icâzet alır. 35 yaşında iken Nakşıbendî tarîkatine girer. Güzel kıraaati ve mûsiki yeteneğinin onu Mevlevîlik’e yönelttiği düşünülebilir. Bu sebeple İstanbul’a gider, Yenikapı Mevlevîhânesi’nde Osman Selâhaddin Dede’nin yanında çile çıkarır. İzmir’e döner. Sultan Abdülmecid’in yardımıyla o zaman için şehrin en güzel yerinde Mevlevîhâne’yi kurar. 38 sene şeyhlikten sonra 1305/1888’de vefat eder. Dergâhın semâhanesine defnedilir.[2]

Bu bilgiler ışığında şöyle düşünebiliriz: Daha önceleri İzmir’de bir Mevlevîhâne’nin olmadığı anlaşılıyor. Burada ilk Mevlevî dergâhı 1850 senelerinde açılmış demektir. Bu, geç bir târih sayılır. Buna göre İzmir Mevlevîhânesi’nin 75 senelik bir ömrü olduğu görülür: 1850-1925.

Şeyh Nûreddin Efendi

İzmir Mevlevîhânesi’nin en aktif ve renkli sîmâsı Şeyh Nûreddin Efendi’dir. Halil Dede’nin oğludur. Otuz iki yıl postta kaldığı görülür. Nûreddin Efendi ilköğreniminden sonra özel dersler gördü. Farsçayı Hoca Fikri Efendi’den öğrendi. Genç yaşında Mevlevî şeyhliğine getirildi. Sultan Abdülhamid ve Meşrûtiyet devirlerinde şeyhlik görevi dışında şair, bestekâr, fikir ve sanat adamı olarak da dikkati çeker. Küçük kardeşi Cemal Efendi de neyzenliği ve besteleriyle tanınmış bir mîsiki adamıdır.[3]

Şeyh Nûri zamanında İzmir Mevlevîhânesinin, bu şehrin mûsikî hayatına bir canlılık getirdiği görülüyor. Birinci dünya savaşı sırasında Şeyh Nûri’nin, bir Mevlevî gönüllüleri grubu toplayarak cepheye gönderdiği anlaşılıyor. Şeyh Nûreddin’in vefâtı işgal sırasında, 4 aralık 1920’de olmuş ve dergâhın hazîresine defnedilmiştir.[4]

Şeyh Nûreddin Efendi vefat edince yerine oğlu Mehmet Celâleddin postnişin oldu. Posta oturma merâsimi Tire Mevlevî şeyhi Hayrullah Efendi tarafından icrâ edildi. Yeni postnişin 13-14 yaşlarında idi. Bu yüzden Râkım Elkutlu bir süre şeyh nâipliği yaptı. Zaten beş sene sonra 1925’te tekkeler kapanacaktır. Bu çok yakışıklı, fakat o nispette tâlihsiz genç şeyh, henüz bekâr iken 25 yaşında vefat etmiştir.

Şeyh Nûri’nin oğlu Hayreddin İndelen’in ifadesine göre Mevlevî dergâhı İkiçeşmelik semtinin üst taraflarında Yangın Yokuşundan çıkınca Dibekbaşı’ndaydı. Tekkelerin kapanmasından sonra zamanla dergâh harâbe haline geldiğinden, Nûri Efendi ve onun babası Halil Âkif Dede’nin kabirleri 1940’lı yıllarda oğulları tarafından Kokluca mezarlığına taşınmıştır.[5]

Bölgenin eski sâkinleri yavaş yavaş buraları terk etmeye başlayınca, şahsî mülk olduğu anlaşılan tekke ve emlâki, Tülay Onart’tan öğrendiğimize göre vârisleri tarafından İzmirli tütün tüccarı Şeref Remzi Reyent’e satıldı.

Şeyh Nûreddin’in eşi Fatma Hanım’dan beş evlâdı oldu: Celâl, Cemîle, Şemseddin, Hayreddin ve Hemdem.[6]

Âilede mûsikî yeteneği irsî olarak devam ediyor olmalı ki, Şeyh Nûreddin Efendi’nin birâderi ve Mevlevî tekkesinin neyzen başı Şeyh Cemal’in oğullarından Nûri Şenneyli (ö. 2006) kanun sanatçısı ve koro şefi olarak yıllarca TRT’de görev yaptı.[7]

Mevlevîhâne neredeydi?

Bursalı Mehmet Tâhir’in yukarıdaki beyânına göre İzmir Mevlevîhânesi 1850 yıllarında inşâ edilmiştir. Bu konuda araştırmalar yaparken, İzmir Mevlevîhânesi’nin yerini bulmakta bir hayli zorlandım. On dokuzuncu yüzyılda İzmir’in yerleşim mekânının Kadifekale eteklerinden başlayarak, Basmahâne, Eski Devlet şimdiki Diş Hastanesi üçgeni içinde olduğu söylenebilir. Acaba Mevlevîhâne bu bölgede hangi noktadaydı? Yapılardan hiçbir kalıntı bulunmadığı için yer tesbîti zordu. Hâtıra kitapları ve devrin gazete haberlerine göre zihnimde üç yer ismi öne çıkıyordu: Namazgâh, Dibekbaşı ve Topaltı. Bu yerlerin birbirine yakın hattâ iç içe olduğu görünüyor.

Düğümü Ünal Şenel arkadaşımızın aktardığı bilgiler çözdü. Şeyh Nûreddin Efendi’nin torunu Tülay Onart Hanımefendi’nin, Mevlevîhânenin yerini târif ettiğini söyledi. Kendisiyle sokak sokak bu yeri ararken Dibekbaşı Câmii’nin çevresinde dolaşıp durmuş, fakat bir sonuca varamamıştık. Tülay Hanım’ın verdiği bilgiyle nihâyet yeri bulduk. Şöyle târif edebilirim:

Sırtınızı Agora’ya verip, Kemal Atatürk İlköğretim Okulu’nu (Eski adıyla Misâk-ı Millî Okulu) sağınıza alarak, Kadifekale’ye doğru uzun ve dik bir yokuş boyunca yürüyeceksiniz. Burası 806. sokak, öteki adıyla Patlıcanlı Yokuşu’dur. Yukarı doğru ilerlerken, bu sokağın  974. sokakla kesiştiği yerde, sağ  köşede taş duvarla çevrilmiş bir boş arsa bulunuyor. İşte orası İzmir Mevlevîhânesi’nin yeridir.

Nihat Demirkol’dan öğrendiğimize göre buraya eskiden “Tekke” denirmiş. Şu tahminde bulunabiliriz: Tekkenin müştemilâtı genişse de, zaman içinde kenarından köşesinden kırpılarak başka meskenler yapıldığını söylemek mümkün. Şimdilik bu arsa korunabilirse, o bile yeter.

Bu araştırmalarım sırasında Nihat Demirkol’un Milliyet Ege’de İzmir Mevlevîhânesi’nin yeri hakkında üç-dört yazı yazdığını gördüm. Belki de aynı zamanlarda, birbirimizden habersiz aynı yeri belirlemiş olduk. Çünkü canlı şahit Tülay Onart Hanımefendi ortak kaynağımızdı.[8]

150 sene içinde şehirler ve telâkkiler ne kadar değişiyor! Bursalı M. Tâhir Halil Âkif Dede’den bahsederken: “…o zaman için şehrin en güzel yerinde Mevlevîhâne’yi kurar” diye yazmış. Bugünkü duruma bakarak insanın inanası gelmiyor. Daracık eğri büğrü sokaklar, dik yokuşlar ve yoksulluk manzaraları görülüyor. Demek ki o zamanlar körfeze tepeden bakan bu semtler, en mûteber mevkilermiş. Araç Trafiği olmadığı için sokaklar rahatmış.

Başka Meşhur Mevlevîler

Bu arada İzmir’de Mevlevîlik’le bir şekilde ilgisi bulunan birkaç kişiden söz edeceğiz:

Mütāreke dönemi İzmir basınında sert yazıları çıkan Mahmut Tâhiru’l-Mevlevî, isminden de anlaşılacağı gibi bu tarîkatin mensubudur, İzmir Millî Kütüphâne kurucularındandır.

Şeyh Nûri’nin vefâtı için şöyle bir dörtlüğü vardır:

İrtihâlinden haberdâr eyleyüb ihvânını

Huzûr içinde  dinledi akşam ezânını

Şeyhimiz Allah için gerçeklik ibrâz eyledi

Rûh-i Nûrî âlem-i lâhûta pervâz eyledi[9]

Neyzen Tevfik Kolaylıoğlu (1879-1953) kural tanımayan bir yapıya sâhipti. Urla’da görevli olan babası, tahsîlini tamamlaması için oğlunu İzmir’e göndermişti. Mûsikî merakı sebebiyle İzmir Mevlevî dergâhına devam etmeye başladı. Burada Neyzenbaşı Cemal Bey’den ve Halil Dede’den ney dersleri aldı. Mevlevîhâne müdâvimleri arasında Şâir Eşref, Takadizâde Şekip Bey, Tevfik Nevzad, Abdülhalim Mahmud, Bıçakçızâde Hakkı gibi çoğu sürgün olarak İzmir’de bulunan edebiyat ve mûsikî dünyasının sanatkârlarıyla tanıştı. Ney üflemekteki şöhreti yayıldı. 1898’de İstanbul’a gidinceye kadar 4 yıl bu çevrede kaldı.[10]

Bestekâr ve Hisar Câmii İmam-Hatîbi Râkım Elkutlu (1871-1948) Mevlevî-Rifâî bir kültür adamıdır. Bekir Sıtkı Sezgin’in beyânına göre, yedi yaşlarında iken İzmir Mevlevîhânesi şeyhi ve amcası olan Emin Dede’den ney meşketti[11].17 yaşında Mevlevîhânede na’than, 28 yaşında kudümzenbaşı oldu. 35 yaşında Karcığar Mevlevî âyinini besteledi. Bu âyin Türkiye çapında icrâ edildi. Râkım Elkutlu, Şeyh Nûreddin Efendi’nin vefâtını müteâkıp bir süre Mevlevî şeyhliğine niyâbet etti.[12]

Girit/Hanya’dan İzmir’e

Girit/Hanya Mevlevîhânesi kurucu şeyhi Süleyman Şemsî’nin (ö.1886) kemikleri ve ikinci şeyh Mehmed Şemseddin’in (ö. 1924) na’şı, mübâdele yıllarında İzmir Mevlevîhânesine taşınmıştır. Şeyh âilesini getiren gemi 28 mayıs 1924’te İzmir’e ulaştı, 30 mayıs Cuma günü bayrağa sarılı ve sikkeli tabutlar, tarîkat mensuplarının ve büyük bir cemaatin katılımıyla Topaltı semtindeki İzmir Mevlevîhânesi haziresine defnedildi. 1 haziran 1924 târihli Sadây-ı Hak gazetesindeki habere göre: “Cenâze merâsiminde İzmir, Manisa, Tire Mevlevîhâneleri ve İzmir’de bulunan Bektâşî, Rifâî, Halvetî, Sa’di, Mısrî gibi turuk-ı aliyye meşâyihı ve mensûbîn-i kirâmından, (…)  binlerce halk katılmıştır.”[13]

İzmir Mevlevîhânesinin yıkılmasından sonra Hanya’dan getirilen merhum şeyhlere ait kabirler İzmir Balçova mezarlığına nakledilmiştir.[14] Hanya Tekkesi eşyâlarından sakal-ı şerif Kilise (Atabek) Camii’ne; Allah, Muhammed ve dört halife levhaları İzmir Asansör Câmii’ne verildi.

Bu âileden son şeyh Hasan Hüsnü Dede Hanya Mevlevîhânesi’nin devâmı olmak üzere İzmir’de ikinci bir Mevlevîhâne açmak için Veled Çelebi (İzbudak) ile yazışmalarda bulunmuş, gerekli izinleri almış, Ağustos 1924 târihli beratla şeyhliği de tasdik edilmişti. Girit mübâdili olarak, Üçkuyular semtinde mübâdeleye tâbi bir Rûm’un çiftliğinin tapusunu aldı. 1925’de tekkelerin kapatılması üzerine İzmir’de yeni bir Mevlevîhâne uyandırma çabaları meyve vermedi. Bu maksatla alınmış olan yer istimlâk edildi. Şimdi orada Hava Hastanesi’nin müştemilâtı bulunmaktadır.[15] Hasan Hüsnü Dede’nin kabri de Balçova eski mezarlığındadır.

(Kubbealtı Mecmuası, Temmuz 2013, 167. sayıdan alınmıştır.)

 

Prof. Dr. Mehmet DEMİRCİ
medeci42@yahoo.com

 

[1] Bk. Mübahat Kütükoğlu, “İzmir”, DİA, c. 23, s. 523.

[2] Bursalı M. Tahir, Aydın Vilâyetine Mensub Meşâyıh Ulemâ Şuarâ Müverrihîn ve Etıbbânın Teracim-i Ahvâli, haz. M. Akif Erdoğdu, Akademi Kitabevi, İzmir, 1994, s.73; Ömer Faruk Huyugüzel, İzmir Fikir ve sanat Adamları, Kültür B. Yayını, Ankara, 2000, s. 175.

[3] İbnü’l-Emin Mahmut Kemal İnal, Hoş Sadâ, İstanbul, 1955, s. 114,

[4] İzmir Mevlevî Şeyhi Nûrî Efendi’nin vefâtı: Kânûn-ı evvel sene [1]336, 26 Rebî‘ü’l-evvel sene [1]339, yevm-i Cum‘aertesi sâ‘at-ı zevâlî bir buçuk. Marazı sekte-i kalbiyye ve mi‘de [idi]. Merhûm-ı müşârün-ileyh, pederi Hâfız Dede merhûm, büyük pederim Osmân Selâhaddîn Dede Efendi cennet-mekânın zamânı çille-keşlerinden ve anın bey‘at-kerdelerinden olup bilâhire İzmir’de te’ehhül eylemiş, hareminin hânesini zâviye-i Mevlevîyye hâline ifrâğ bilâhire tevsî‘ eylemişdir. Nûrî Efendi merhûm da evân-ı sabâvet ve şebâbetinde bu dergâh-ı şerîfde terbiye olmuş, cidden ârif, kâmil, şâ‘ir-i fatîn bir zât-ı âli idi. Bütün İzmir halkı kendüsine hürmet eyler idi. Vefâtı, tarîkatımız nâmına zâyi‘-i azîmdir, rahmetullahi te’âlâ aleyhi rahmeten vâsi‘aten. (Defter-i Dervişân-II, Baki Baykara Kütüphanesi, 70/b) Bu bilgiyi temin eden Sezayi Küçük’e teşekkür ederim. . Ayrıca bk. Defter-i Dervîşân Yenikapı Mevlevîhânesi Günlükleri, haz. Bayram Ali Kaya-Sezai Küçük, Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları 17, İstanbul, 2011, s. 413.

[5] Ünal Şenel, “İzmir’de Mevlevîlik ve Tasavvuf Çevreleri, Bize Göre Dergisi, sayı: 20-21, İzmir, 2008.

[6] Bu bilgileri bize lütfeden Nûri Dede’nin oğlu Hayreddin’den olma torunu Tülay Onart’a teşekkür borçluyum.  Mustafa Onart’le evli olup bir oğlu bir kızı vardır. Kendisini 124. sokak No.9 da.5, Moral Apt. Poligon/İzmir adresindeki evlerinde 04 ekim ve 09 ekim 2010 târihlerinde ziyaret ettim, bir kısım sorularımı cevaplandırdı. Tülay Hanım  1944 doğumlu olup 1968’e kadar Dibekbaşı’nda oturmuş ve Mevlevîhâne ve çevresi hakkında ilk elden bilgi sahibidir. Aynı semtte Oltu/Misak-ı Millî ilkokulu (Şimdiki Kemal Atatürk İlköğretim Okulu)’ndan sonra 1962’de Cumhuriyet Kız meslek Lisesi’ni bitirmiştir. 1964’te İzmir PTT Başmüdürlüğünde memurluğundan 38 yaşında emekli olmuştur.

[7] Şahin Çandar “Namazgâh, İzmir’in Tam Ortası”, İzmir Kent Kültürü Dergisi Sayı: 6, Mart 2003. Şahin Çandar çocukluk yıllarının geçtiği, Mevlevîhâne’nin de bulunduğu semti anlatırken şunları yazar:

“… Çeşmenin tam karşısında, biraz yanda, Şeyh Cemâl’lerin bahçeli evlerinde kimler oturuyor acaba? Tambur’ların, ney’lerin, kudüm’lerin sesleri, kaç yıldır nerede yorgunluk dinlendiriyor acaba? Mevlevî raksları nerede biçimleniyor? Sohbetler nerede koyulaşıyor? Çoktan rahmet-i Rahmân’a kavuşan o güzel insanların ruhları, hâlâ çocuklara gülümsüyor mu cumbaların, kafesli pencerelerin arkasından? Taa yokuşun üst başından. Tekke’den bu sokağa, mutlu yüzler, koşup gelen o inanmış ve tertemiz insanlar. Tanrı’nın yüce katında, inanıyorum ki, yine mutludurlar. Ama bu sokağı, bu evi sevgili Şeyhleri Cemâl Şenneyli ile birlikte özlüyorlar mı? O günleri, benim gibi özlüyorlar mı? (…) Şeyh Cemâl Efendi, galiba, Mevlevî Şeyhi idi. 4 oğlu, 1 kızı vardı, yanılmıyorsam. Oğullarından Nûri Şenneyli (ö. 2006), yıllarca, kanun sanatçısı olarak TRT’de görev yaptı. Gönlümüzü şenlendirdi. (…) Evleri, İslâm güzelliğinin, Mevlevî hoşgörüsünün motiflerini taşırdı. Sevgiyle aydınlanmış dünyalarına, sevgiyle dolu yüreklerine buyur ederlerdi konuklarını. İnsanlar arasında ayrım yapmazlardı. Büyüklerle çocuklar arasında fark gözetmezlerdi. Zenginle yoksulun, nasıl aynı başlamışsa dünyaya gelişleri ve nasıl aynı bitecekse yolculukları, kimlikleri de aynıydı onlar için: İnsan.. İyi ya da kötü, insan!. Hiçbir mekân, Tanrı’nın evi olan insan yüreği kadar kutsal olamazdı. İnsan yüreğinin gıdası, kan değil sevgiydi. Sevgiyle genişler, çoğalır, yücelirdi tüm kutsal değerler. Ve sevgi, İslam’ın anahtarıydı.” Bk. İzmir Kent Kültürü Dergisi Sayı: 6, mart 2003.

[8] Nihat Demirkol, İzmir Târih ve Toplum dergisi 2. sayıda (2008) bu konuda “İzmir Mevlevîhânesi” adlı bir sonuç yazısı yazmıştır.

[9] Ünal Şenel, agm, s. 19.

[10] Hasan Aksoy, “Neyzen Tevfik”, DİA (Diyanet İslâm Ansiklopedisi), c. 33, s. 72. Neyzen Tevfik’in İzmir Mevlevihânesi’ndeki günler için bk. Mehmet Demirci, “Neyzen Tevfik İzmir Mevlevihânesinde”,http://www.semazen.net/yazar_yazi.php?id=1227

[11] O târihlerde Mevlevî şeyhi olarak Halil Akif Dede görünüyor. Onun için bu ifadede çözüme muhtaç bir karışıklık var.

[12] Bekir Sıtkı Sezgin, “Elkutlu Râkım”, DİA, c. 11, s. 55. Râkım Elkutlu ve eserleri için bk. Mehmet Râkım Elkutlu, hazırlayan: Ümit Yazıcı, İzmir, 2010

[13] İsmail Kara, Hanya/Girit Mevlevîhânesi, s.80-83, Dergâh Yayınları, İstanbul 2006

[14] İsmail Kara, “Hanya Mevlevîhânesi”, DİA, c. 16, s. 50.

[15] İsmail Kara, Hanya/Girit Mevlevîhânesi, s. 41-43

1 yorum

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.