Afrin’e doğru ilerleyen tankın üzerindeki Samsunlu Uzman Çavuş Mehmet Kuzu’ya muhabir sorar: “İstikamet neresi?” Mehmetçik, gayet tabii bir tavırla cevap verir: “Kızılelma!…” (youtube.com/watch?v=gFaGI4pIGYM)
Bu ne müthiş cevaptır. Bizi asırların gerisine, fütuhat günlerimize götürdü. O mübarek idealin genlerimizde devam ettiğini gösterdi. İsterseniz biraz eskilere gidelim:
Türkler’in İslam fütuhat tarihinde önemli bir yeri vardır. Oğuz destanında hedef gösterilen “büyük nehirlere ve büyük denizlere varma” düşüncesi “Kızılelma” ideali olarak ifade bulur. İşte bu ideal Türkler’in İslamiyet’i kabullerinden sonra yeni bir hüviyete bürünmüş ve “i’lay-ı kelimetullah” halini almıştır.
İslam fetihlerinin asıl gayesi “i’lay-ı kelimetullah” yani Allah’ın adını yüceltmektir. Hz. Peygamber’e sorulur: “Allah yolunda olan kimdir? Ganimet kazanmak için harp eden mi, cesaretini isbat edip şöhret kazanmak isteyen mi?” Peygamber’imizin cevabı şöyle olur: “Hiçbiri değildir. Sadece Allah’ın adını yüceltmek için savaşan kimse Allah yolundadır.” (Buhari, cihad, 15)
İLAY-I KELİMETULLAH=KIZILELMA
“İ’la-yı kelimetullah” bir başka ifadeyle “Kızılelma” fetih ruhunun hamle anahtarıdır. Müslüman Türkler için Kızılelma önce Malazgirt idi. Sonra İstanbul oldu. “Konstantınıye Kızılelması” sözü o günlerin hatırasıdır. Daha sonra Belgrat oldu. Ne yazık ki Roma’dan geri döndü.
“Kızılelma” Oğuz Türkleri’nden beri Türk cihan hakimiyeti ülküsüne verilen isimdir. Kızılelma Türkler için, ne yönde olursa olsun ulaşılması gereken ülkelerin ulaşılmadan önceki sembolü olmuştur. İstanbul, Beç (Viyana) birer Kızılelma idi.
Yahya Kemal şöyle der:
“Çıktı Otranto’ya pür-velvele Ahmed Paşa / Tuğlar varsa gerek, Kızılelma’ya kadar”
Kızılelma ideali yeniçeriler arasında da yaygın idi. Kanûnî’nin bir gün yeniçeri kışlasını dolaştıktan sonra, “Kızılelmada buluşuruz” diyerek askerin arasından ayrılması çeşitli kaynaklarda zikredilmektedir. (Bkz. DİA)
KIZILELMA’YA KIZILELMA’YA
Ömer Seyfeddin’in “Kızılelma Neresi?” adlı muhteşem hikayesinde bir savaş meydanında “Kızılelma’ya, Kızılelma’ya!” diye bağrışan askerlere Kızılelma neresi olduğu sorulur. En güzel cevap olarak “Padişahım senin bizi götüreceğin yer” ifadesi dikkati çeker. Padişah noktayı koyar: “Kızılelma benim gitmek istediğim yer… Hakk’ın beni göndereceği yer.”
Hayat bir mücadeledir. Savaş şahsi güç ve irademizin dışında, bize rağmen var olan bir hadisedir. Adeta bir tabiat kanunudur. Yaşamak için, yenilmemek, silinip gitmemek için mücadele şarttır. Yurtta ve cihanda sulhu sağlayabilmek güçlü olmaya bağlıdır: “Hazır ol cenge ister isen sulh ü salah.”
Müslüman Türk bu mücadeleyi en insani biçimde yerine getirmiştir. Allah’ın adını yüceltmek gayesiyle cepheden cepheye koşan mücahit, ölürse şehit kalırsa gazi olacağına inanmıştır. Sırasında meleklerin, Hızır’ın, velilerin yardımlarının kendisi ile beraber olduğunu kabul eder. Onun parolası:
“Ne can endişesi ne nan ümidi / İki cihanda bir Canan ümidi”dir
Yani can korkusu veya ekmek peşinde koşmak gibi bir düşünce onu yönlendirmemektedir. Onun iki cihanda da ümidi Hakk’a ve rızasına kavuşmak, gerekirse seve seve şehit olmaktır.
Fırat Kalkanı ve Afrin harekatı bu duygularımızı tekrar canlandırdı. Bu sebeple kadar sevinsek azdır. Ordumuzla iftihar ediyoruz. Dualarımız ve gönlümüz cephedeki askerimizledir. Onlara başarılar, şehitlerimize rahmet dilerim.
Bir yanıt bırakın