Ayçin Kantoğlu konuşmasında Gazze’de öldürülen çocuklarla dinler tarihi arasında bir bağ kurar:
Firavun da yaptı bunların yaptıklarını. Beni İsrail’in yeni doğan erkek çocuklarını bir kehanet sebebiyle kılıçtan geçirdiler. Saltanatını kaybetmemek için. Şimdi İsrail ne diyor? “Bizim de bir kehanetimiz var. Bu coğrafya bizim, içindeki insanlar da bizim. İstediğimizi öldürürüz, istediğimizi kaldırırız insan tarlası gibi kullanırız. Kimse bize hiçbir şey söyleyemez. Öldürme diyorsun. Öldüreceğim! diyor. Bari çocuklara bir şey yapma diyorsun. Onlar çocuk değil, terörist diyor. Bu vaziyetteyiz.
Peki ne oldu eski Beni İsrail’in bir rivayete göre 40 bin civarında, bir rivayete göre 20 bin, bilmiyoruz, öldürülen ilk çocuklarından sonra dünyaya ne oldu? Araplar kız çocuklarını diri diri toprağa gömdüler, ay yarıldı! Acaba dünyanın şimdi neresi yarılacak? Mutlaka yarılacak. Çünkü bu çocuklar, öldürülen bu çocuklar bu cihanın en iyi ihtimalleriydiler. İçindeki bütün yetişkinlerden daha kıymetliydiler. Bu katledilen çocukların her biri birer Mescid-i Aksa idi, birer Kudüs’tü birer Kabe’ydi. Onların saçlarının tek bir teli bütün bu cihana değer. Çok acayip, hepsinin adı Muhammed! Açlıktan öldü Muhammedler, yanarak öldü, yanarak, yakılarak öldüler. Nereye kadar gideceğini de bilmiyoruz. Mevla biliyor.
ANADOLU MAYASI
Kültürümüzü nerede bıraktık acaba? Kültür ekin ekmekle alakalı bir kökten gelir. Bir toprağı sürüyorsunuz, tohum saçıyorsunuz, ondan çıkanı da harman ettiğinizde, topladığınızda o size ekin oluyor, yani kültür oluyor. Bizi bir arada tutan şey kültür mü acaba, yoksa maya mı? Mayanın farkı ne, diyeceksiniz, Yalçın Koç Hocanın Anadolu Mayası adlı eserine atfen bunları konuşalım; Hoca diyor ki kitabın giriş bölümünde, çok hoş bir ifadesi var. Ben, diyor size bilmediğiniz hiçbir şey söylemiyorum bu kitapta, bildiklerinizin bir kısmını hatırlatıyorum sadece. Kitapta birkaç önemli karakter geçiyor. Bir tanesi Nasreddin Hoca. En bilinen latifesi nedir Nasreddin Hoca’nın? Göle maya çalıyor oluşu. Hatta burada İzmir’in girişinde hava alanından gelirken bir Nasreddin Hoca heykeli var, kucağında çanağıyla maya çalarken, karıştırırken resmedilen bir tesis yapılmış.
Bu latifeyi bir de şu gözle görelim; hatırlayalım, Hoca Akşehir gölünün kenarına gider, elinde yoğurt mayası olan bir kap vardır, yanından geçen birkaç kişi “Hoca, derler, sen ne yapıyorsun?” “Gölü mayalıyorum” der. “Göl hiç maya tutar mı?” derler. Cevap: “Ya tutarsa!” Buna gülünür ve geçilir.
Aslında oradaki göl insanın gönlüdür. Oradaki maya hakikattir. Sizin hangi sütten geldiğinizin bir önemi yoktur. Kimi keçi sütünden gelir, kimi koyun, kimi inek sütünden. Ama mayalandıktan sonra ortaya homojen bir yoğurt çıkar. O yoğurt İslam’dır. Gönüller mayalanmıştır bu coğrafyada.
Ta Hoca Ahmet Yesevi’den bu güne ve tutmuştur. Tutmuştur ki biz hala burada bir devlete sahibiz. Tutmasaydı olmazdık burada. Ama o maya aslında ben söylemiyorum, Yalçın Koç Hoca kitabının devamında söylüyor, mutlaka okumalısınız. Hem Anadolu Mayası eserinden hem Hocadan haberdar olabilmek için. Çünkü çok azaldı bu kıymetler. Sayıları az da olsa hayatımızda varlar. Eskiden çoktular, her ailede her mahallede bir tavrı bir sırrı açan birçok insan vardı. Biz onlara diplomaları sebebiyle hürmet etmezdik. Onların bir duruşu, bir bakışı, bir hitabı bizleri etkilerdi. Onları kaybettik, aramızdan çekildiler, onlar yoklar artık. Kitap da aramızdan çekildi. Suyunun suyunun suyunun suyu olursak şanslıyız, o yüzden böyle isimler kıymetli.
YALÇIN KOÇ
Yalçın Koç çağdaşımız, bana göre bugün Türkiye’de yaşayan en önemli mantıkçıdır. Hocamız bir fizik profesörü, aynı zamanda felsefeci. Boğaziçi Üniversitesi felsefe bölümünün yöneticiliğini yaptı uzun yıllar, oradan emekli oldu. Hala üretmeye, yazmaya devam ediyor. 14-15 kitaplık bir külliyatı var, ağırlıklı olarak Türk müziği, Türk mimarisi, Türk kimliği üzerine çalışmaları var. Bilhassa Anadolu Mayası adlı eseri önemli. Orada çok açık bir uyarısı var; Hoca diyor ki: “Hatırlamaz iseniz Anadolu istila edilir.” Daha açık nasıl söylenebilir.
Peki neyi hatırlayacağız? Hatırlamamız gereken şey ne? Cevabını tekrar vermek zorunda olduğumuz şey ne?
BİZ KİMİZ
Sen kimsin? Senin adın ne? Sana verilen ad ne?
Burada senin ismini sormuyor. Adıyla meydana çıkmamış hiçbir varlığın, varlık sahasında bir iddia sahibi olmasına imkan yok. Demek ki senin bir adın var ve sen o adı bir kuyuda bıraktın. Senin Yusuf’un hangi kuyuda ise onu oradan çıkar. Onu duy, onu hisset, onu fark et. Bu eksikliği gör, onun peşine düş. Bu soruya bir cevap ver. Senin adın ne? Sen kimsin? Sen cevap vermeyeceksen sana kim olduğunu anlatan türlü odak, türlü mahfil türlü, türlü nefis, türlü şeytan var. Sen kim olduğunu kendin bilemezsen seni kaptılar demektir. Çünkü bugün kendinde olmayan her şey, onların egemenliği, gücü altındadır. Bundan müstesna olanlar “Ben kimim” sorusuna cevap verebilenlerdir. Yoksa seni aparırlar. Güzel bir tabir var: İsrailliler seni senden çaldılar.