Türk tasavvuf tarihinde “üçüncü devre Melamiliği” diye bilinen yolun kurucusu Muhammed Nuru’l-Arabi (1813-1887) Balkan şehirlerinde yaşamış olup kabri Usturumca’dadır. Nakşi, Halveti, Ekberi (İbni Arabi) geleneğini birleştirip tasavvufta yeni bir terkip oluşturdu. Onun yolunu takip eden birçok bilim ve fikir adamımız vardır.
Melamilik kısaca şöyle tarif edilir: Tasavvuf yollarından biri olan Melamet; riyâ ve gösterişten uzak olmak, nefsin isteklerinin aksini yapmak, bu uğurda toplumun kınamasına aldırmamak, hatadan korkmamak, iyilikleri gizlemek, mutlaka bir işi olmak, işiyle birlikte Allah’a doğru yolculuğuna devam etmek gibi özelliklere sahiptir.
M. Nuru’l-Arab “şeriatte Nakşi, meşrepte Melami” diye tanıtılırsa da o, Nakşibendi esaslarına göre değil, daha ziyade Melami neşve ağırlıklı ve kendine özgü bir anlayışa sahiptir. İbn-i Arabi’nin vahdet-i vücud anlayışını benimser, aynı zamanda zahidane bir tavrı vardır, şer’i esaslara sıkıca bağlıdır.
“Tasavvuf düşüncesinin nihayetini vücudi tevhide (vahdet-i vücud) ulaşmak olarak belirleyen Muhammed Nuru’l-Arabi’nin, bu mertebeye ulaşmada mutedil bir çizgi takip ettiği ve aşırılıklardan kaçındığı görülür.” (Ali Bolat)
İZMİR’DE
İzmir ve çevresinde M. Nuru’l-Arab takipçileri çoktur. Bunların öncülerinden biri olan Hasan Fehmi Tezdoğan (1885-1951) Makedonya’da doğdu. Memleketinde medrese eğitimi gördü. Nuru’l-Arab’ın ikinci nesil halifelerinden olan Ali Rahmi Efendi’ye intisap etti. Genç yaşında hilafet görevini aldı. Şöyle der: “Mürşidim Ali rahmi/ Bildirdi beni bana/ Ol irşad-i manevi/ Bildirdi beni bana.” Ve devam eder: “Terkedince varlığım/ Gitti gönül darlığım/ Zevk ile irfanlığım/ Bildirdi beni bana.”
Balkanlarda istikrar bozulunca Hasan Fehmi Efendi, 1900’lerde göçtü ve Menemen’e yerleşti. Bir bakkal dükkanı açtı. Melamilikte bir iş sahibi olma prensibi vardır.
Hemşehrilerinin çoğu İzmir’e yerleştiği için o da 1939’da göçüp Karşıyaka’ya geldi. Birçok kimseye rehber oldu, melamet neşvesini öğretti, yaydı. 1951’de Hakk’a yürüdü ve İzmir Kokluca Mezarlığında sırlandı.
H. F. Tezdoğan yumuşak huylu, temiz yüzlü, gani gönüllüydü, teslimiyet ve aşk doluydu. Onun 3 nasihati önemlidir: 1-Şeriatten ayrılmayacaksın, 2-İhvan arasında ayrılığa yol açmayacaksın, 3-Nasıl aldınsa, öyle vereceksin.
HASAN FEHMİ DİVANI
Birçok şeyh efendi gibi Tezdoğan’ın da şiirleri vardır. Bunları, adını kendisinden alan Hasan Fehmi Kumanlıoğlu “Hasan Fehmi Divanı” adıyla kitaplaştırdı. Oradan birkaç örnek:
Her yerde Hakk’ın tecellisi vardır: “Ne göktesin ne yerde/ Ne mürdesin ne zinde/ Sen mevcutsun her yerde/ Derim Allah Allah.”
Şöyle devam eder: “Seni sanırdım ayrı/ Benden uzak bir tanrı/ Bildim değilsin gayrı/ Derim elhamdü lillah.”
Tasavvufta ilahi aşk en kestirme vuslat yoludur: “Aşkın meyinden bir kadeh içtim/Sarhoş göründüm ağyara karşı/Ehl-i aşkı sen sanma serseri/ Muhabbeti var Allah’a karşı.”
Hak aşığının halleri: “Aşık olan tezgah kurmaz, ukba için bez dokumaz/ Hiçbir şeyi sevmez gönül, matlup olan maşuk yeter.”
Ehl-i Beyt ve Hz. Ali sevgisi: “Ali’nin sırrına akıllar ermez/ Eren dahi olsa meydana vermez/ Alem haydar olsa kör olan görmez/ Canımın içinde cananım Ali/ Her dem gönlümdeki mihmanım Ali.”
Tasavvufi hayat bir iç mücadelesidir, orada gelgitler, dalgalanmalar olur: “Gönlümün kararı yoktur, her saat bir haldeyim/ Bazı firkat bazı hasret, bazı mihnet içreyim/ Fehmi’nin halleri çoktur, binde birin demedim/ Bazı gökte bazı yerde, bazı perde içreyim.”
Bir yanıt bırakın