Ayverdi’nin derdi hep maariftir, şöyle der: “Milli imanla beslenmemiş, mazi ve tarih bereketi ile sağlama alınmamış cemiyetler, her zaman yabancı ve dış tesirlerin zebunu olmaya mahkum bulunduğuna göre bizim de uzun senelerin acı tecrübelerinden sonra, nihayet korkunç neticesi ile karşı karşıya geldiğimiz şu sakat eğitim ve öğretim sistemimizi değiştirmek ve milli ihtiyaçlara cevap verecek bir istikamete yöneltmek gerekmekte olduğu su yüzüne çıkmış bulunmaktadır.
“Türk milleti bugün müşterek ve birleştirici bir idealden mahrumdur. Halbuki eskiden yediden yetmişe kütleleri birbirine bağlayan hatta perçinleyen müşterek bir gaye, bir temel iman ve manevi dayanakları vardı. Bu uğurda gazi veya şehit olmak şan ve şereften de öte, adeta bir ibadetti. Eski zamanın cahil dediğimiz Türk anası, içine işlemiş şifahi kültürü ile onun için, ilk sütünü verdiği çocuğuna: “Ya gazi ol, ya şehit!” derdi.
Ne yazık ki artık okuryazar gençliğin büyük bir kısmı, vatan uğrunda gazi veya şehit olmayı değil, vatanı, ecdadının kanını içmiş düşmana teslim etmeyi düşünüyor.
Eğer tarih kaderimiz içinde hür ve müstakil bir devlet olarak devam etmek istiyorsak, Türk çocuğuna, bu elden kaçırılan büyük ve müşterek imanı vermek, böylece de Türk milletinin geleceğini teminat altına alacak bir emniyet sübabı hazırlamak gerekmektedir.
Bunun için de gerek Maarif Vekaleti bünyesindeki tehlikeli elemanların gerek kürsülerden zehir saçan hocaların tasfiyesi yoluna gitmek, bilhassa eğitim enstitülerini çok sağlam ve milli şuura sahip öğretmenlerle takviye etmek gerekmektedir.” (s. 168)
NESİLLERİ KAYBETTİK
“Maalesef yetişmiş ve yetişmekte olan iki nesli kaybetmiş bulunuyoruz. Onları bir milli kültür fikri dolayısıyla da, bir ahlak ve iman zemini üstünde besleyip feyizlendirmemiş olduğumuz için asıl suçlu biziz. Ama mevcut maarif politikası ile bundan başka türlü de olamazdı. Olamadığı için de işte memleketi uçurumun kenarına getirdiler.
Her geçen iktidarın, bir sistem ve felsefeye dayanmayan reformlarla yapageldiği ıslahat, Türk maarifini şamar oğlanına çevirmiştir.
Şu halde, henüz son fırsat elde iken maarifin memleket bünyesine şamil, büyük ve son derece hayati ehemmiyetini, devlet ve hükümet olarak idrak etmek artık bir ölüm-kalım davası olmuş bulunuyor.
Giden gitmiş, kaybolan olmuştur. Memleketin kurtuluşu, bir milli ahlak çağı açıp, işe yedi yaşındaki çocuktan başlamak gerekmektedir. Bir zamanlar, içtimai bünyenin en küçük fakat en sağlam hücresi olan aile de maalesef bugün tarihi ve ananevi salabet ve istikrarından çok şey kaybederek sulanmış, yapıcı ve yetiştirici değerinden çok şey kaybetmiştir.
Onun için, mektebe ilk adımını atan çocuğa, bu eğitim ve öğretim ocağının aileden gelmesi beklenen değerleri de vermesi icap etmektedir. Şu halde, onu ham bir malzeme gibi ele alıp, bütün tahsil müddetince, fazilet, feragat, hamaset ve topyekun milli imanla güçlendirip abideleştirmek de gene mektebe kalıyor demektir.
Bugüne kadar kasıtlı veya gafil yahut da kifayetsiz ellerde tecrübe tahtasına çevrilen maarif tarlasına ekilmiş zehirli tohumların meyve ve mahsulünü idrak etmiş bulunuyoruz. Bu acı gerçeğe rağmen milli imanı esas almamış bir maarifçilikte ısrar etmek düpedüz hıyanet-i vataniyedir.”(s. 169)
BAŞKA MİLLETLERDE
Yazarımız dış ülkelerden örnekler verir:
“İkinci Dünya Savaşı’nda Maginot Hattı’nın beklenmedik bir süratle çöküşü, Fransızları çok düşündürmüş ve umumi efkarı aksettirecek bir ankete zorlamıştı. Gelen cevapların en muteber ve makbul olanı, ilkokul öğretmenlerinin Fransız çocuklarına yeteri kadar milli şuur ve hamasi duygu vermemiş olmasını ileri süren iddialar olmuştur.
Rusya’ya gelince, harice karşı beynelmilelci olan bu devlet, kendi içinde şoven milliyetçidir.
Şu da var ki Rusya, ideolojisini genç beyinlerde tespit edebilmek için, dünya milletlerinin bütçelerinden maarife tahsis ettikleri meblağın çok üstünde bir yüzde ayırmak suretiyle batı demokrasilerinin hürriyetiyle mücadele edebilmektedir.” Devam edecek