Operacıların acıklı durumu – 2

Ahmed Hatiboğlu Bir Bestedir Ömrüm kitabında Cumhuriyet’in yanlış müzik politikalarını şöyle açıklar: “Türk Beşleri olarak bilinen kişiler (Ahmet Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Cemal Reşit Rey, Hasan Ferit Alnar, Necil Kazım Akses) işi rayından çıkartıp Atatürk adına sığınarak Ankara’da Batı Müziği eğitimi yapacak bir konservatuvar açtılar. Milli Eğitimimizin başında olanlar da bu çarpık zihniyeti sahiplendiler ve Türk Musikisine asla yer vermeyen bir müfredatı alelacele hazırlayıp, ortaokullardan itibaren uygulamaya geçirttiler. Batı’nın çocuk şarkılarını, üzerlerine giydirdikleri uydurma Türkçe sözlerle iyice tatsız tuzsuz hale getirerek gençlere öğrettiler, böylece de ne kadar milli olduklarını göstermiş oldular.”

Bu gayr-i milli müzik eğitiminin acı ve çarpıcı bir sonucunu Bir Bestedir Ömrüm kitabından görelim; Hatiboğlu Devlet Operası baş solisti Müfide Özgüç’ten naklediyor:

OPERACILARIN SINAVI

“Avrupa’da bir konserdeyiz. Konser sonunda o şehrin çok saygın bir hanımefendisi bizi evine davet etti. İkramlardan sonra ev sahibesi ayağa kalkıp bütün nezaket ve inceliğiyle bir müzik yapmamızı istedi. Onun bu nazik talebi kırılamazdı elbette. Ama bizde müthiş bir panik başladı. Çünkü onun bizden beklentisi, bir Türk Musikisi eseri idi.

Düşündük taşındık, doğru dürüst okuyabileceğimiz bir eser bulamadık. Doğrusu bilmiyorduk. Bir arkadaşımız imdada yetişti. Çok seneler önce bir türküyü çok sesli olarak okuduklarını hatırlattı. Hiçbirimiz bu türküyü doğru dürüst bilmiyordu. Salonu doldurmuş misafirler sabır ve heyecanla bekliyor, onların hali bizi daha bir telaşa sokuyordu. Yalan yanlış çok sesli olarak bir türküye girdik. Samimiyetle söylemek gerekirse tam bir rezalet sergiliyorduk. Ev sahibesi sıkıntımızı fark etmiş olmalı ki, büyük bir nezaketle teşekkür etti. Sonra fevkalade samimi bir ricada bulundu ve: ‘Ben filan tarihte Anadolu’yu dolaşırken Sivas yöresinde biraz önce lütfettiğiniz türküyü orijinal (tek sesli) şekliyle ve oyunuyla birlikte dinlemiş ve bu türküye hayran kalmıştım. Mümkünse bu türküyü orijinal şekliyle icra ederseniz bana dünyayı bağışlamış olursunuz’ dedi.” Müfide Hanım devam eder:

ACI MAHCUPLUK

“Hayatımda yaşadığım en büyük mahcubiyet anı, o andır. Ev sahibesi, orijinal şeklini tekrar duymak veya hasret gidermek için bekliyordu. Ne bilsin bizim aczimizi. O istenen türküyü okuyamadık, başlarımız eğik kaldı. Hala daha unutamadığım bu mahcupluğu acı bir hatıra olarak saklıyorum. Sayın Hatiboğlu, ben size haklısınız demeyeyim de ne diyeyim? Bize konservatuvarda bunları öğretmedikleri gibi, öğrenmemizi de yasakladılar. Batıya kendimizi, onların müzikleriyle tanıtmaya, adeta tereciye tere satmaya kalkıyoruz. Bu da mümkün olmuyor. Çünkü onların beklentisi bizden, bizce ait olanı dinlemek. Ne çare ki biz kendimizi bilmiyoruz.”

Hatiboğlu ilave eder: “Müfide Hanım’ın bu ibretlik katkısı hala gözlerimin önündedir. Bunlar arasında ahir ömürlerinde Türk Musikisine dönüş yapanlar oldu. Fakat TRT Repertuvar Kurulu’na gönderdikleri bestelerden, değerli bulunarak kabul görülen çıkmadı. Türk Musikisinin tamamen cahili olduklarını gösteren bu çalışmalar, küçümsedikleri, hor gördükleri müziğin kendilerinden aldığı intikamdan başka bir şey değildir.” (s. 25)

(Devam edecek)