İşlenmiş, ince, sanat değeri yüksek bir musiki birikimimiz var. Bu musikinin topluluklara sunulması nasıl olmalıdır? Cem Behar’a göre durum şöyle:
“Geleneksel Osmanlı/Türk musıkisi esas itibariyle bir oda müziği niteliği taşır. Yani ne bir koro müziğidir ne de bir senfonik müzik. En çok on ya da on beş kişilik gruplarla, küçük samimi ve sıcak ortamlarda icra edildiği zaman kendini en iyi ele verir.”
Ama devir değişti. Büyük salonlarda bu müziğin icrasına ihtiyaç var. 1920’li yıllardan itibaren, geniş kadrolu korolar ve kalabalık saz heyetleriyle icra yoluna gidildi. Batı orkestralarına özenilerek kıyafetler değişti, çok sayıda saz ve ses elemanları bir araya getirildi.
Ali Rifat Çağatay’ın (1869-1935) başlattığı kalabalık kadrolu koro uygulamasını, öğrencisi Münir Nureddin Selçuk (1900-1981) devam ettirdi. Elinde orkestra şefi çubuğu, frakı ve papyon kravatı ile koro yönetti.
Cem Behar’ın deyişiyle bu durum, Osmanlı-Türk musıkisi geleneğinin ayrılmaz parçasıymış gibi algılandı. Nevzad Atlığ yirmi küsur yıl boyunca yönettiği Kültür Bakanlığı İstanbul Devlet Korosu’nda bu tarzı pekiştirdi. Ankara, İzmir ve başka şehirlerde kurulan devlet koroları İstanbul’daki uygulamayı aynen kopya ettiler.
Cinuçen Tanrıkorur (1938-2000) şöyle der: “Müzisyenler arasında ‘penguen kıyafeti’ denen Batı orkestralarından aldığımız siyah smokin (veya elbise), beyaz gömlek, siyah papyonla Itri, Meragi, Sadullah Ağa’nın eserlerini icra etmek bana komik geliyor.”
Tanrıkorur, “Papyonlu, smokinli insanların kilise korolarındaki gibi ellerinde notaları Dede’nin, Şakir Ağa’nın eserlerini okuması, kendisini Karayan veya Toscanini zanneden fraklı, beyaz eldivenli, bagetli bir adamın da onları ‘dirije’ etmesinin” kendisini çok rahatsız ettiğini söyler.
SES VE SÖZ
Bunlar işin şekil yönü. İcraya gelirsek, Nevzad Atlığ geleneğindeki icranın durağan ve yer yer sıkıcı olduğu söylenebilir. Bazı güçlü eserler ve onların çok iyi seslendirilmesi istisna teşkil eder.
Bazı koro şeflerinin, uygun ve kısa açıklamaları, yerinde esprileri ağır havayı dağıtmaya yarar. Bunun da olmazsa olmaz şartı, dozu kaçırmamaktır.
Söylenen parçalara ait güftelerin slaytla perdeye yansıtılması öğretici olur. Metinlerin doğru yazılması şartıyla bu iyi bir uygulamadır. İzmir Devlet Korosu bunu yapıyordu. Ne hikmetse bu yıl şarkı sözlerini perdeye yansıtmaktan vazgeçti, iyi olmadı.
Devlet korolarının şüphesiz bir ağırlığı ve ciddiyeti olacaktır. Oraya kaliteli musiki meraklıları devam eder. Ne var ki ağırlık ve ciddiyeti durağanlık ve sıkıcılıkla karıştırmamak gerekir.
Bunun tam tersi olarak bazı özel korolarda şeflerin çok konuştuğu, işi gevezelik ve laubalilik çizgisine getirdikleri görülür. Selim Öztaş konserleri bu sonuncuların bir istisnası sayılır. Onu da pazartesiye bırakalım.
Bir yanıt bırakın