Türkçe cennet dili mi?

Hattat, ressam, yazar, yüksek mimar Dr. İbrahim Aydın Yüksel anlatıyor; kendisi tarihimize, dilimize, kültür ve sanatımıza aşık biri. Şöyle diyor:

“1977 senesinde Ekrem Hakkı Ayverdi riyasetinde ‘Avrupa’da Osmanlı Mimarisi’ çalışması sırasında, Y. Mimar İbrahim Numan ve Gürbüz Ertürk, biz üç arkadaş Üsküp’ün yakınındaki Hüseyin Şah Köy’e gitmiş idik. Buradaki Cami ve Türbe üzerinde çalışırken Hüseyin Şah Camii son cemaat yerinde rastladığım yaşlı bir Arnavut bana sigara ikram etmiş ve ben de kullanmadığımı söyleyerek reddetmiştim -Keşke alsa imişim-. Bana bunun üzerine o yaşlı Arnavut ‘Hiç Türk olasın da tütün içmeyesin, bu hangi kitapta yazar?‘ demişti.

“Devamla yaşlı Arnavut ‘Bir derviş bana ‘Türkçe bilmez Allah’tan korkmaz’ demişti, ben de bunun üzerine Türkçe öğrendim’ diye ilave etmişti.”

GURBETTE TÜRKÇE ÖZLEMİ

Aydın Yüksel ağabeyim Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Yaşadığım Gibi kitabında aynı konuya değindiğini belirtir. Tanpınar 1953’te bir süre Paris’te kalmıştır. Oradaki izlenimlerini anlatırken sözü Türkçe hasretine getirir. Şöyle yazar:

“Daüssıla.

Cafe Mahieux’de:

Türkçe konuşmağa başlayınca birinin Kula’lı, öbürünün Muğla’lı olduğunu öğrendiğim birkaç Rum. Biri öbürüne söylüyor:

-Papazın nasihatini sen de hatırlarsın Panayot, Türkçe bilmeyen cennete giremez.

-O eski darbımeseldir. Bana anam da söylerdi.

“İyi ama ben bilmiyordum.”

Bu gece Concorde meydanında Ermeni olduklarını tahmin ettiğim iki ihtiyar erkek. Kâtibim türküsünü söylüyorlardı.”

KENTAV’DA TÜRKÇE

Benzer bir şeyi ben de yaşadım. 1995’de bir süre Kazakistan’nın Kentav şehrinde kaldım. Türkiye’ye telefon etmek için postanede sıra bekliyorum. İçerisi kalabalık. Yabancı ve Türk olduğumu fark eden iki hanım gayet sempatik şekilde ve tatlı bir dille ilgi gösterdiler. Nereden tanıdıklarını ve nasıl olup da böyle kolay anlaşabildiğimizi sordum. Ahıska Türkü imişler, güler yüzle: “Kanımız bir soyumuz bir, elbette tanırızanlaşırız!” dediler. Kendimi yabancı hissettiğim bir ortamda karşılaştığım bu insanlar içimi ısıttılar.

ESKİCİ HİKAYESİ

Refik Halit Karay’ın “Eskici” hikayesi meşhurdur. Yakınları ölen ve kimsesiz kalan çocuk Hasan Filistin’in ücra bir köşesine halasının yanına gönderilir. Orada yabancı ve küskündür, hep susar. Bir gün halası sokaktan bağırarak geçen bir satıcıyı çağırdı. Bu bir ayakkabı tamircisi idi. Eskici iskemlesine oturdu. Hasan da merakla karşısına geçti. Eskici ağzına bir avuç çivi doldurup, bunları birer birer, avurdundan çıkarıp ayakkabıların altına çabuk çabuk çakıyordu. Küçük Hasan bir ara nerede ve kimlerle olduğunu unuttu, dalgınlığından anadiliyle sordu: “Çiviler ağzına batmaz mı senin?”

Eskici başını hayretle işinden kaldırdı. Uzun uzun Hasan’ın yüzüne baktı: -Türk çocuğu musun be? -İstanbul’dan geldim. -Ben de o taraflardan… İzmit’ten! Eskici ayrılırken Hasan da adam da ağlamaklıdır.

İsmail Hakkı Bursevi Hz. Adem’in konuştuğu lisanın ve cennet dillerinden birinin Türkçe olduğunu söyler.