Resimli Cumhuriyet Din Kitabı‘nda belirttiğine göre İsmail Kara’ya göre laiklik Hristiyanlıkta Katolik Kilisesine ait bir probleme çözüm bulmak üzere ortaya çıktı. Bu laiklik fikren ve fiilen İslamiyet’le, Müslümanlıkla ve bu topraklardaki din-devlet münasebetleriyle ilişkilendirilemez. Onun için yazara göre:
“Gerçek manasıyla olmayan din eğitiminin hikayesi de bu sebeple bir asırdır muğlak, müphem ve alt düzeyde. Devamlı tartışıp durduğumuz şey teknik manasıyla ve dünyada anlaşıldığı şekliyle bir din eğitimi ve öğretimi değil, laik eğitim sistemi içindeki bir din kültürü eğitimi ve öğretimidir; din için, dini bir mantıkla, ona uygun bir muhteva ve programla, dindar insan yetiştirmek üzere yapılan, dini bilgi ve kişiliğe sahip kişilerce verilen bir din eğitim-öğretimi 1924 yılından beri hiç olmamış, resmen hiç tanınmamıştır.” (s. 457)
Gene ona göre: “1924 yılından beri ve bugün Türkiye’de teknik manasıyla din eğitimi yoktur, olsa olsa laik bir eğitim sistemi içinde, laik bir mantıkla, Milli Eğitim Bakanlığı’na yahut YÖK’e bağlı kurumlar tarafından yürütülen bir din eğitimi ve öğretiminden bahsedilebilir.” (s. 471)
DİN BİLGİSİ EKSİKLİĞİ
Ben de araya girip şunu ilave edeyim; 60 yıldır Türkiye’de zorunlu Din Kültürü dersi olmasına rağmen zaman zaman birçok yüksek tahsilli insanımızın en basit dini malumatı bile bilmediği, yarışmalarda, basında karşımıza çıkmaktadır. Şöyle diyor İ. Kara:
“Türkiye’de sosyal bilimlerin her alanının, özellikle de dinle irtibatlı alanlarda kendini taşıyabilecek bir performans gösteremeyişinin sebeplerinden biri de ilgili akademisyen, aydın ve medya mensuplarının din konusundaki fevkalade yetersiz bilgileri ve ilgileridir. (Alan araştırmalarıyla şöhret bulmuş fakat akademik metinlerinde Cuma namazının cemaatla kılındığını, Kurban bayramının aynı zamanda hac mevsimi olduğunu bilmediği görülen, mezheple tarikatı ayırd edemeyen sosyolog ve siyaset bilimciler olmuştur). Asker, sivil bürokratlar için de durum büyük ölçüde böyledir. (Daha düne kadar birçok subay, asker, polis… vatandaşın okuduğu veya evinde bulundurduğu kitabın Kur’an veya eski harflerle yazılmış bir dua mecmuası, bir hutbe kitabı olduğunu anlayamadığı için laiklik aleyhtarı suç unsurları bulunduruyorlar diye onları karakollara, mahkemelere sürüklemiş, hak ihlallerine sebebiyet vermiştir. Aynı bilgi yetersizliklerinden dolayı mahkemelerin savcı ve hakimleri bu kadar sıradan ve açık meseleler için ehl-i vukufa baş vurmak mecburiyetinde kalmıştır).
“Gazetecilerin, medya mensuplarının meslekleri için gerekli dini bilgi açısından seviyesi de hayli zayıftır. Din Dersleri seviyesindeki bir bilginin dindar olup olmamakla doğrudan bir alakası olmayabilir fakat Türkiye’de doğup büyümenin, burada yaşıyor ve görev yahut araştırma yapıyor olmanın eğitimli insanlara yüklediği bir mükellefiyetle alakası vardır.” (s. 472)
Bu arada yazarımız bir başka gerçeğe değinir: “Unutmayalım ki Türkiye’de modern matematiğin kurucularından İsmail Gelenbevi (öl. 1791) bir medreseli, modern tıbbın kurucularından Şanizade Ataullah Efendi (öl. 1826) bir medreseli, modern rasathanenin kurucularından Fatin Gökmen (öl. 1955) bir medreseli idi. Ve daha niceleri…( s. 482) (Devam edecek)