Yabancı isimli mağazalar

İzmir Üçkuyular semtinde, eski pazar yeri ve Belediye otobüs terminalinin yerinde İstinyepark adlı AVM yeni açıldı. Bir imza günü dolayısıyla ziyaret ettim. Vaktim azdı şöyle hızlıca dolaştım.
Mimari olarak muhteşem bir yapı. İçi gayet ferah. Öyle tıkış tıkış, basık tavanlı değil. Tepeden cam çatıdan doğal ışıkla aydınlanıyor. Ortada aydınlık, çok geniş oval bir boşluk var. Mağazalar o boşluğun kenarına yerleştirilmiş.

Görevliye sordum, 90 bin metre karelik kullanım alanına sahipmiş. Dışarıda 20 bin metre kare park ve yeşil alanı var, bu kısmı gezemedim. Daha çok üst gelir grubuna hitap eden lüks mağazalar ve yabancı markalar hakim. Açılışı pandemi günlerine rastladığı için yeterli ilgi olmadığını düşünüyorum. Normal şartlara dönüldüğünde bu AVM’nin dolup taşacağını sanıyorum.

SADECE YÜZDE 10’U TÜRKÇE

Şehrimize böyle büyük bir yatırımın yapılmış olması sevindiricidir. Ancak amacım kapitalist ekonominin bir şubesini tanıtmak değil. Başka bir konu üzerinde durmak istiyorum. İstinyepark’ın özellikle birinci ve ikinci katlarını dolaşırken bir ara kendimi yabancı bir ülkede sandım.
Mağaza isimlerinin neredeyse tamamına yakını yabancı kelimelerden oluşuyor.
Küçük bir broşüre göre halen 273 adet dükkan dolu. Üşenmeden saydım, bunlardan sadece 28 tanesi Türkçe isim taşıyor, gerisi yabancı. 273’te 28. Yani kabaca yüzde onu Türkçe.

Bu yabancı özentisi ve köksüzlük, bilinçsizlik karşısında ne kadar üzülsek azdır. Çeşme, Bodrum gibi, ecnebilerin uğrak yeri olan beldelerde Türkçe dışındaki isimler bir dereceye kadar anlaşılabilir.
Ama müşterisinin yüzde yüze yakını Türkçe konuşan bir şehirdeki AVM’de mekan isimlerinin sadece yüzde 10’unun Türkçe olmasını açıklamak zordur.

ÖZENTİ ZAAFIMIZ

Millet olarak pek çok meziyetimiz yanında maalesef bir takım zaaflarımız var. Bunlardan biri de yabancılara özenmemizdir. Asya’daki atalarımız bir ara komşuları olan Çinlilere özenmiş.
Sonraki asırlarda pek de gerekli değilken çok fazla Arapça ve Farsça etkisi altında kalmışız. Anadolu Selçuklu sultanlarının Keykubat, Keyhüssrev gibi Farsça isimler alması hiç de hoş değildi.

Osmanlı’nın ihtişam dönemlerinde Avrupa’nın belli ölçüde bizden etkilendiği bilinir. Yirmi Sekiz Mehmet Çelebi’nin Fransa elçiliği ve Abdülaziz’in ziyareti Avrupa’da büyük ilgi uyandırdı. Sonra devran değişti. Geriledik, Tanzimat’la kapılarımızı Avrupa’ya açtık. Bu sırada biz hiç de gerekli olmayan bir yığın kültür unsuru aldık. Saraydan ve yüksek tabakadan başlamak üzere Avrupa özentisi alıp başını gitti. Ömer Seyfettn’in ‘Efruz Bey’ karakterinde bu özentiyle alay edilir.

Şimdilerde ise Amerika’nın ve Batı’nın kültür emperyalizmi altında eziliyoruz.
Mağaza, firma ve şirket isimlerinin yabancılaşması bunun bir sonucudur. Bunlar milli kimliğimizde açılan gediklerdir.

Aslında formül basit. Hz. Mevlana’nın verdiği örnekten hareketle tıpkı bir pergel gibi bir ayağımız kendi milli kültürümüzde olmak üzere, öteki ayağımızla bütün dünyaya açık olmalıyız. Bunun için pergelin sivri ucunu yerli ve milli değerlerimize sabitlemek gerekir. Bu değerlerin başında dilimiz, Türkçemiz gelir.

1 yorum

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.