Alışveriş için bir dükkana girdim.
Orada orta yaşın üstünde babacan, konuşkan biri de vardı. Biraz muhabbet etmek icabetti, ilahiyat hocası olduğumu söyleyince adam pat diye “Sen de bu yeni ilahiyatçılardan mısın?” diye sordu. Önce afalladım, kendimi toplayarak “Yok, dedim, ben emekliyim, yenilerden değilim” dedim. Evet, son senelerde nevzuhur ilahiyatçılar çıktı.
Bunların bir kısmı bin yıllık genel geçer dini kabullere ters düşen görüşler ileri sürdü.
Peygamber Efendimizin neredeyse sıradan bir beşer olduğu, olağan üstü bir yönünün bulunmadığı, hiçbir mucize göstermediği vb. şekilde iddialar ortaya kondu.
Daha ileri giderek Kur’an’daki bir takım fevkalade olayları tevil edip tamamen akılla izah edenler çıktı. Eski peygamberlere ait mucizelerin hiçbirinin fiziki gerçekliği yoktur dendi. Hatta daha ileri giderek Hızır’ın suçsuz bir çocuğu öldürmesine dair ayetlerin Kur’an’da bulunmaması gerektiğini söyleyen bile oldu.
POZİTİVİST GÖRÜŞ
Kanaatimce bütün bunların sebebi şudur:
Batıdaki aydınlanma, pozitivist ve maddeci görüşler, bilim ve teknolojinin gelişmesini sağladı. Ne ki pozitivizmden etkilenen sosyal bilimler maneviyatı ve “beşer üstü”nü reddetti. René Guénon’a (1886-1951) göre bu durum Batı’da maneviyatın yok olmasına sebep oldu. Bu zihniyete sahip oryantalistler, İslam tarihi ve Kur’an’ı da aynı usulle ele alarak bizim için can sıkıcı sonuçlara ulaştılar.
Batı’nın sosyal bilimlerdeki metodunu biz de aldık. Bunun faydaları oldu. Ancak metafizik alanı inkar etmek veya ona mesafeli bulunmak, özü kaybetmemize yol açtı.
Mesela 1400 yıllık kültür birikimimizde yer alan bir takım uygulamaları alaycı bir dille “hurafe, bid’at, uydurma” diye damgalamak hiç de hoş değildir. Pozitivist din anlayışı pek çok değerimizin altını boşalttı.
AKLEDEN KALP
Din alanında sırf akılcı bakış yeterli olmaz.
İman sadece akıl işi değildir, “dil ile ikrar kalb ile tasdik”tir. “O gün fayda verecek olan kalb-i selim”dir (Şuara, 89). Selim kalp arınmış ve Hak sevgisiyle dolu kalptir. Allah imanı sevdirir ve kalpleri / gönülleri onunla süsler (Hucurat, 7). Bütün bunlar sadece kuru akılla elde edilemez. Akıl üstü (verael-akl) bir alan da vardır. Selim kalp insanı, yaratılışının hikmetini ve bu hikmete göre varacağı son merhaleyi araştırmaya sevkeden akıl demektir, buna “akl-ı maad” da denir.
Kur’an’daki “akleden / düşünen kalp” ifadesi önemlidir ve kalbin körlüğünden de bahsedilir (Hac, 46). Peygamber Efendimiz “imanın tadı”ndan söz eder ve bunun Allah ve Peygamber sevgisiyle bulunacağını vurgular. Kuru akılla sevgi geçinemez. Edebiyat, şiir, sanat, musiki, mevlid, duyguları ve sevgiyi besler. Akılcı bakışın ortaya koyduğu peygamber portresi, bunlara zemin teşkil eden malzemeyi çöpe atmaktadır. Allah ve Resulünü sevmek bir iman borcudur (tevbe, 24). “Yeni ilahiyatçılar”ın pek çoğu akıllı ve zeki kimseler. Sanırım “fart-ı zekala”ları, onlara akıl ve bilimi fazla kutsatarak kalblerini gölgelemektedir.
TOPRAĞI KUTSALLAŞTIRANLAR
Bir bilim adamı olan Mehmet Kaplan (1915-1986) Yunus Emre ve benzerlerine halkın büyük saygı duyduğunu, toprağı bu tür insanların ve menkıbelerinin kutsallaştırdığını belirtir ve “bundan dolayı onların tarihi ve manevi fonksiyonlarını anlayan bir aydın, halk gibi değilse bile, kendine göre onlara değer vermelidir” der. Şunu ekler: “Batı medeniyeti, eski Türk velilerinin kerametlerinden çok daha akıl almaz, saçma hikayelerden ibaret olan eski Yunan mitolojisine dayanır. Yirminci yüzyılın akılcı ve maddeci görüşüyle, Türkiye’yi asırlardan beri kutsallık duygusu ile yaşatan ve koruyan velileri inkar ve ihmal edersek, pek büyük bir şeyi kaybetmiş oluruz.” Aynı ölçü Hz. Peygamber dönemi için de geçerli sayılır.
Bir yanıt bırakın