Prof. Dr. Mehmet Demirci
Nûr-ı Muhammedî veya Hakîkat-i Muhammediyye, mânevî bir varlık, bir nûr, bir hakîkat veya bir öz, bir cevherdir. Hz. Muhammed’in mânevî şahsiyetinde sembolleşmektedi
Hakîkat-i Muhammediyye kavramı canlı bir özellik taşır. Onun her an hayatta karşılığı vardır. Tasavvufta amaç insanın olgunlaşması, kemâle ermesidir, insân-ı kâmil olmaktır. Tasavvufî anlayışa göre Hz. Muhammed insân-ı kâmilin en mükemmel örneğidir. O aynı zamanda bir beşerdir. Hakîkat-i Muhammediyye anlayışı içinde bir beşerin alabildiğine yüceltilmesi, İslâm tasavvufunda insana verilen değerin bir tezâhürü olarak da görülebilir.
Buradan hareketle, kemâle doğru yol almak isteyen bir kimse için Hakîkat-i Muhammediyye, nasip alınacak ve ulaşılması arzu edilen bir ideal sayılır. Hakîkat-i Muhammediyye aynı zamanda insân-ı kâmilin menşeidir. Kâmiller, ledün ilmini Hakîkat-i Muhammediyye’den alırlar. Evliyâ-yı kiram Resûlüllah’ın gerçek vârisleri olup, Hakîkat-i Muhammediyye menbaının çeşmeleridir.
Bu ideale mânevî bir yolculukla, ruh tasfiyesi ve mârifetle ulaşılır. Şüphesiz bunun da yolu Hz. Muhammed’i, “üsve-i hasene”, uyulacak en güzel örnek kabul etmek ve onun ahlâkiyle ahlâklanmaktan geçecektir.1
İbnü’l-Arabî’nin ifâdesi ile, kemâl ubûdiyettedir. Hz. Muhammed de sırf kul idi. Onun büyüklüğünün bir belirtisidir ki bütün davranışları sırasında dâimâ Rabbini müşâhede hâlinde idi. Nitekim Hz. Ayşe Nakleder: «Resûlullah bütün zamanlarında Allah’ı anardı.”2
Şiirimizde ve edebiyatımızda Nûr-i Muhammedî kavramı çokça işlenen bir konudur. Özellikle Hz. Peygamber övgüsü demek olan “Na’t”lerde bu inanışa bir şekilde mutlaka yer verilir. Aşklı, şevkli ruhlarda bunun misalleri daha çoktur. “Medrese ilimleri ile tekkenin aşk ve şevkini te’lîfi başarmış”3 biri olarak, Avlarlı Muhammed Lütfî (1868-1956)’de de bunun örneklerine bolca rastlanır. Bu çalışmada, söz konusu anlayışın Alvarlı’nın şiirlerinde nasıl yansıma bulduğu gösterilmektedir
Bu inanışa göre ilk yaratılan şey Nûr-i Muhammedî’dir. “Küntü kenzen mahfiyyen..” diye başlayan kudsî hadis kalıbında bir ifâde vardır: “Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi sevdim, beni bilsinler, tanısınlar diye mahlûkatı meydana getirdim.” İbn Arabî’ye göre bu söz naklen sâbit olmayan, fakat keşfen sahih olan bir hadistir. Tasavvuf inanışında “keşif” bu konularda delil sayılır.4
Bilinmeyi, tanınmayı murad eden Hak Taâlâ isim ve sıfatlarıyla tecellî eder. Biz aklımızla tecellînin nasıl vukua geldiğini anlayamayız. “Ol” der olur.5 Kevn ü fesad (oluş ve bozuluş) süreklidir, zamanla kayıtlı değildir.
İLK YARATILAN
Bu oluşun, tecellînin bir takım safhaları vardır, bunlara “Merâtib-i vücud” denir. Mertebelerden birincisi; Zât, lâ taayyün mertebesidir. İkincisi, ilk zuhur, ilk tecellî, taayyün-i evvel diye bilinir. Buna Mertebe-i vahdet, Hakîkat-i Muhammediyye Lâhut, akl-ı küll, akl-ı evvel gibi isimler verilir. Merâtib ve tecellîdeki en önemli safha budur. Hakîkat-i Muhammediyye Zât ile isimler arasında, varlıkların hakîkati ile kevnî sûretler arasında bir berzah-ı câmidir. Hakîkat-i Muhammediyye, İlâhi zâtın, O’nun bütün isim ve sıfatlarnın tam mazharıdır. Hakîkat-i Muhammediyye kâinat ağacının çekirdeğidir. Çekirdek ağacın mebdeidir.6
İlk Tecellî veya ilk yaratılan nedir acaba? Ebû Hüreyre’nin şöyle dediği rivâyet olunur: “Yâ Resûlallah sizin için peygamberlik ne zaman sübut buldu (gerçekleşti) diye sordular. O da dedi ki: Âdem ruh ile ceset arasında iken.”7
“Meyseretü’l-Fec
Avlarlı şöyle der:
Hudâ halk etti Ahmed’i mukaddem kendi nûrundan
Mübârek kalb-i pâkin kenz-i esrar eyleyen Mevlâ9
Ona göre sevgili Peygamberimiz Cenâb-ı Hakk’ın nûrundan ibârettir:
Nûr-i Mevlâ’dan mürekkebsin mükerremsin güzel
Ey kerîm-i hilkat kerem-şan Mürtezâ derler sana (s. 106)
*
Ey nûr-i Hak Muhammed sûre-i “ve’d-Duhâ”da
Vasfeylemiş seni Hak ta’rif eder Taâlâ (s. 91)
*
İmâm-ı enbiyâdır bu, emîr-i evliyâdır bu
Ezel nûr-i Hudâ’dır bu dü-âlem muktedâ derler (s. 208)
*
Nûr-i tecellî-i zât-ı ilâhî
Vücûdunda cûd-i Hakk’ın dergâhı
Seyrün ilallahı gösterir râhı
Rahmeten lil-âlemîndir efendim (s. 344)
*
Heyûlan nûr-i hüdâ şems-i saâdet ebedî
Ey hidâyet güneşi nâşir-i feyz-i samedî
Yevm-i mahşerde olan enbiyânın müstenedi
Ehl-i tevhîd olanın rûz-i cezâ mu’temedi
Sendedir ümmet-i Muhammed’in afv-i senedi
Meded ey kāfile sâlâr-ı rüsul huz bi-yedî (s. 518)
*
Kütüb-i münzelesinde seni medh etti Hudâ
Kendi nûrun kabz edip habîbim ol dedi Hudâ
Habîb-i kibriyâsın âleme doldu bu nidâ
Server-i enbiyâ ser-tire defter-i divan-ı hüda
Neyyir-i a’zam-ı eflâk-i şefâat mededâ
Meded ey kāfile sâlâr-ı rüsul huz bi-yedî ( s. 518)
*
Nûrullahdan mürekkeptir Muhammed
Feyzullah’tan mürekkeptir Muhammed
Indellah’da mukarreptir Muhammed
Ya Rab Muhammed’e bağışla bizi (s. 562)
*
Vücud-ı zât-ı Ahmed’dir dü-kevneyn gül-gülistanı
Kameristân-ı rahmettir bezetmiş bâğ-ı bostânı
Bütün dünyâ ve mâfîhâ anın indinde ma’dûmdur
Bırakmış arş ile ferşe uluvv-i şöhret-i şanı
O bir Memdûh-i Mevlâdır o bir kadr-i muallâdır
O ravza-i tecellâdır nübüvvetin nûristânı
Bütün Cibrilleri hayrette koymuştur kemâlâtı
O, vücûd-i nûr vücûdundan gelirdi bûy-i Rahmânî (s. 578)
*
Cemâlinde idi nûr-i Muhammed
Bilirdi nûr-ı Hak’tır rûh-i Ahmed (s. 616)
*
Kamu âlemleri halketdi Mevlâ
Muhammed hürmetine Hak Taâlâ (s. 617)
LEVLÂKE LEVLÂK
Na’t türü manzûmelerde en çok kullanılan motiflerden biri “Levlâke Levlâk..” ifâdesidir. Kudsî hadis kalıbındaki bu ifâde “Sen olmasaydın felekleri/kâinât
Ömer b. el-Hattab Hz, Muhammed (as)’ın şöyle dediğini nakleder: “Âdem, o mâhut hatâyı işlediği vakit, ya Rabbi Muhammed hakkı için beni bağışlamanı istiyorum, dedi. Allah: Ey Âdem ben Muhammed’i (cismen) yaratmadığım halde sen onu nasıl biliyorsun? dedi. Âdem dedi ki: Ya Rabbi sen beni elinle yaratıp bana rûhundan nefhettiğin vakit başımı kaldırdım ve arşın direkleri üzerinde Lâilâhe illallah Muhammedün resûlüllah yazılı olduğunu gördüm. Biliyorum ki sen kendi ismine ancak yaratıkların en sevgilisini izâfe edersin, Yüce Allah, doğru söyledin ey Âdem, dedi. Onun hakkı için istiyorsan bağışladım gitti. Eğer Muhammed olmasa idi seni yaratmazdım”10
İbn Abbas’dan: “Allah Îsâ’ya şöyle vahyetti: Ey Îsa Muhammed’e îman et, ümmetinden kendisine ulaşacaklara da ona îman etmelerini emret. Şâyet Muhammed olmasa idi Âdem’i yaratmazdım, şâyet Muhammed olmasa idi cennet ve cehennemi yaratmazdım. Arşı su üzerinde yarattığım vakit hareket hâlinde idi, üzerine ‘Lâilâhe illallah Muhammedün resûlüllah’ yazdım da sükûnet buldu.11
Demek ki “Levlâke levlâk“, yani “Sen olmasaydın felekleri yaratmazdım” ifâdesinin bu lâfızla olmasa bile mânâ itibariyle doğru olduğu görülüyor.
Muhammed Lütfi bu inanışı benimseyen ve çok da seven biri görünüyor. Şu alıntılar ondandır:
Hil’at-i Levlâki zât-ı pâkine verdi Hudâ
Metn-i neşr-i şârih-i Tâhâ Muhammed Mustafa (s. 87)
*
Gönederdi sana hil’at-i Levlâke “le-amrük”
“İnşirah” ile “Ve-d-Duhâ” hem sûre-i “Tâhâ” (s. 90)
*
Senindir rütbe-i Levlâk senindir sırr-ı “Mâ evhâ”
Seni fevc-i, risâlette alemdar eyleyen Mevlâ (s. 99)
*
Muhammed’dir rahmeten lil-âlemîn
Emr-i Levlâk ile Memdûh-i Muîn
Nâzil oldu ona Kur’ân-ı mübîn
Risâleti sâbit Kur’an iledir (s. 139)
*
Rütbe-i Levlâkine Lütfî dayandı yâ Nebî
Âsiyân-ı ümmete göster cemâlin yâ Resul (s. 329)
*
Sultân-ı serîr-i kürsî-i Levlâk
Cemâline âşık ashâb-ı eflâk
Nûrullah’tan mürekkeptir zât-ı pâk
Rahmeten li’l-âlemîndir efendim (s. 344)
*
Hil’at-i Levlâk ile müzeyyen etdi Mevlâ
Câmi-i kütüb oldu kitâb-ı Muhammedî (s. 578)
HİLKATİN SEBEBİ
Bu inanışın bir sonucu olarak Hz. Muhammed hilkatin sebebidir. Kâinât onun yüzü suyu hürmetine yaratılmıştır. Başta Hz. Âdem olmak üzere bütün peygamberler sevgili Peygamberimizin nûrunu tafsil için geldiği kabul edilir. Avlarlı bu inanışı şöyle nazma çekmiştir:
Sebeb–i hilkat-i eşyâ ola ol
Hilkat-i eşyâya da asl-ı usûl (s. 66)
*
Sebeb-i hilkat-i mahlûk-ı Hudâ nûr-i verâ
Meded ey kāfile-sâlâr-ı rusül huz bi-yedî, (s. 519)
Nûr-i zâtın enbiyâya rûh ola
Hem vücûdun hikmet-i fütûh ola, (s. 66)
*
Ezel meyhânesinde bâde-i vahdet, şerab olmuş
Gönülde o şerâbın katreleri dürr-i nâb olmuş
O demhâne-i ma’nâda o dem cânan edüp fermân
Mukaddem ol meye saki Muhammed intihab olmuş. (s. 297)
HZ. ADEM, O GELSİN DİYE YARATILDI
Cedd-i pâk-i Muhammed Mustafâ
Havvâ Ana cennette şems-i safâ
Âdem ü Havvâ ki oldu müşteher
Cennet-i a’lâ içinde mu’teber
Cennet-i a’lâyı seyrân ettiler
Zevk u safâ ile devrân ettiler
Emr kıldı Âdem’e Rabb-i Muîn
Şecere-i hıntaya olma yakîn
Şecere-i hınta ki gördüler
Hüsn ü elvânına hayrân oldular
Ne güzeldir bu şecere dediler
Emrden gaflet ederek yediler
Hakîkatte şecerenin hikmeti
Dünyâya gele Muhammed hazreti, (s. 68)
*
Nûrullah ola hilkat-i aslı ne keremdir
Arş-ı mehâsin rûy-i mücellây-ı Muhammed, (s. 136)
ENBİYA ONDAN FEYZ ALDI
Başka benzerlerinde olduğu gibi Avlarlı Efe de enbiyânın Hz. Muhammed’in nûrundan feyz aldıklarını ve onun nûrunu tafsil ettiklerini ifâde eder:
Cemi-i enbiyâya evliyâya zâhir-u bâtın
Vukūf-u sırr-ı âyât-ı dil eyleyen yine sensin (s. 423)
*
Ne kadar enbiyâ geldi akdem
Muhabbet-i Muhammed’dir mukaddem
Derûn-i dillerinde Hubb-i Ahmed
Nazargâhları mir’ât-ı Muhammed
Hudâ halk eyledi ervahlarını
Münevver eyledi eşbahlarını
Muhammed ile buldular nübüvvet
Muhammed’dir tulû’gâh-ı risâlet (s. 617)
NÛRUN HZ. ÂDEM’DEN İNTİKALİ
İlk olarak yaratılan ve ilk insan olarak da Hz. Âdem’de beliren Nûr-i Muhammedî denen “hakîkat”, onun çocuklarına intikal eder ve peygamberler zinciri ile Hz. Muhammed’e kadar ulaşır: Alvarlı’dan tâkip edelim:
Hazret-i Âdem’i halketdi Hudâ
Nesl-i pâkinden gele nûr-i hüda
Cedd-i paki ola zât-ı Ahmed’in
Hâmil olan nûrunu Muhammed’in
Hâmil-i nûr-i Muhammed habbezâ
Şânına “alleme’l-esmâ”d
Nûr-i Ahmed erişti Âdem’e
Hep melekler secde etdi Âdem’e
Nûr-i Ahmed Âdem’i gör neyledi
Mele-i a’lâda sultân eyledi (s. 67)
*
Havvâ Ana Şît’e oldu haâmile
Nûr-ı Muhammed ile de kâmile
Şît vücûda geldi nûr-ı Ahmed’i
Gösterirdi cemâl-i Muhammedi
Nevbet ile Nûh’a geldi nûr-i pâk
Görse Yûsuf der idi “rûhî fedâk”
Tâ ki İbrâhim’e erişti bu nûr
Kâinâta doğdu bir şems-i sürûr
İsmâil düşünce rahm-i mâdere
Nûr nüzûl etdi o demde Hâcer’e
İsmâil arş-ı berîn bir nûr idi
Nûr-i muhtar-ı Hudâ’ya Tûr idi (s. 69)
Ced-be-ced nakletti nûru Ahmed’in
Eşref idi ecdadı Muhammed’in
Her kime uğradı ise işbu nûr
Her kemâlat etdi anlardan zuhur (s. 70)
ÂMİNE’DE GÖRÜNEN NUR
Nûr-i Muhammedî’nin görünür şekilde Abdulah’tan Âmine’ye, ondan da Hz. Muhammed (as)’a geçtiğine dair târih kitaplarında ve hadislerde yeterli malûmat bulunmaktadır.
Hz. Âdem’den beri sürüp gelen ve son olarak Hz. Muhammed’in babasında beliren “nübüvvet nûru”nun müşahhas olarak tezâhürü ve intikali konusunda târihî kaynaklarda şu bilgilere rastlıyoruz: Abdullah evlenmeden önce yüzünde taşımakta olduğu bir aydınlık dolayısıyla, Mekke’li genç kızların fazlaca ilgisini çekmektedir. Hattâ bunlardan biri, kendisine sâhip olmasını ister,12 fakat Abdullah kabul etmez. Âmine ile evlenip âile münâsebetinde bulunduktan sonra, genç kadından aynı ilgiyi göremeyen Abdullah bunun sebebini sorunca; “Vallahi, kötü bir niyetim yoktu, senin yüzünde gördüğüm nûrun benim olmasını istemiştim, nasip değilmiş, artık şimdi sende onu göremiyorum” diye cevap verir. Atın alnındaki beyazlık şeklinde de târif edilen, Abdullah’ın iki gözü arasındaki o parlaklık Hz. Muhammed’in annesine intikal etmiştir13.
Muhammed Lütfi hâdiseyi şöyle nazmeder:
Hazret-i Abdullah’a gelince nûr
Mekke oldu ol zaman dâru’s-sudûr
Ol zaman mihr-i münevver Âmine
Ana olacak Muhammed Emîn’e
Âmine Abdullah’ın âilesi
Oldu âhir hazretim hâmilesi
Hâmil oldu Nûr-i Muhammed’i ol
Sâhibine nûrunu ede vüsûl (s. 70)
….
Bu gelendir enbiyâlar serveri
Nûr-i Hak âhir zaman peygamberi (s.71)
*
Avlarlı Muhammed Lütfi’ye ait şu mısrâlar da onun derin Hz. Peygamber sevgisindeki Nûr-i Muhammedî izlerinin yansımalarıdır.
Feyz-i Feyyâz âleme verdi safa
Âlemi gark etti nûr-i Mustafâ (s. 75)
*
Nûru tuttu kâinâtı ser-te-ser
Âleme hikmetle erdi bu haber (s. 76)
*
Hak onu sevdi ezel halk etdi muhtâr eyledi
Vasfolunmaz srr-ı Yezdan’dır Habîb-i Kibriyâ (s. 89)
*
“Lî maallah”14 ravzasında şem’a-i nûr-i Hudâ
Ol sebeple Kevser-i ma’nâ Muhammed Mustafâ (s. 87)
*
Nûr-i Muhammed’e yâr aşk idi ilm-i ezel
Makāmat-ı aşk ise âşıka yüz bin tabak (s. 316)
*
Alemlere vermiş şeref
Nûr-i Muhammed her taraf
Neşreylemiş ders-i aref
Ahmed Muhammed Mustafâ (s. 96)
*
Habîb-i Kibriyâ Ahmed-i muhtâr
Sultân-ı selâtîn zevi’l-i’tibâr
Nûrullah’dan mahlûk oldu bahtiyâr
Nübüvveti sâbit Kur’an iledir (s. 139)
Güzeller güzeli nûr-i Muhammed
Âşıklar gözüne âşikâr olmuş
Güneşlerden güzel cemâl-i Ahmed
Ârifler gözünde müşg-bâr olmuş (s. )290
Sonuç olarak Hâce Muhammed Lütfî’nin şiirlerinde sistematik biçimde olmasa bile, geniş şekilde Nûr-i Muhammedî görüşünün yer aldığını görüyoruz. Tasavvuf şiirimizin tamâmında, çeşitli seviyelerde bunun yansımaları bulunur. Aynı geleneğin 20. asırdaki bir temsilcisi olarak Alvarlı’da da yer alması gayet tabiîdir. Özellikle bu nûrun, Hz. Adem’den itibaren intikālini ve Hz. Âmine’de karar kılışını, Süleyman Çelebi’nin Mevlid manzûmesine eş değer bir üslûpla anlattığı görülür.
(Avlarlı Sempozyumu için hazırlanan tebliğ metni, 25-26, Nisan 2013)
Bir yanıt bırakın