Afrika’da ne işimiz var?

Afrika ile dini ve milli güçlü bağlara sahibiz. İlk Müslümanlardan bir grup Mekkeli, müşriklerin zulmüne dayanamayıp Habeşistan’a göçmüştü. Habeşli Bilal Hz. Peygamber’in müezzinidir. Kuzey Afrika’nın büyük bir kısmı ve Mısır 16. asırdan itibaren uzun yıllar Osmanlı hakimiyetinde kaldı. Sudan, Eritre (Habeşistan), Cibuti, Somali, Senegal, Gambiya, Gine, Kenya ve Tanzanya sahilleri de öyle.
16. yüzyılın başından itibaren Osmanlı Devleti, Afrika’nın iç bölgelerine nüfuz etmeye başladı ve yerel Müslüman sultanlıklar ile irtibata geçti. Bornu Sultanı 1577 tarihinde İstanbul’a bir elçi gönderdi. Çevredeki putperest kabileleri idaresi altına alabilmek için, Osmanlı Devleti’nden mühimmat ve asker talebinde bulundu. Ayrıca Orta Afrika’dan kutsal topraklara uzanan bölgeler üzerindeki Hac yollarının güvenliğini sağlamasını istedi.

ORTA VE DOĞU AFRİKA
Yine 16. yüzyılda Osmanlı gemileri Doğu Afrika kıyılarında görünür oldu. Hint Okyanusu ve Doğu Afrika kıyılarında günden güne artan Portekiz tehlikesi, bölgedeki Müslüman sultanları rahatsız etmekteydi. Buralara gönderilen Emir Ali Bey, savaş hazırlıklarına başladı ve oradaki Müslüman sultanlıklar tarafından desteklendi.
1821’de Sudan’ın Osmanlı Vilayeti haline gelmesinden sonra camilerde Osmanlı padişahı adına hutbe okunmaya başlanmıştır. Bu arada tarikatlar da etkiliydi. Afrika’da Kadirilik ve Afrika kökenli Ticani, Şazeli, Senusi, Arusi tarikatları yaygındır. Bu coğrafyada tekke demek okul, yetimhane, yoksullar yurdu, yardımlaşma merkezi demektir. Müslüman olsun olmasın herkesin ilk müracaat yeriydi. Bölgede sıcaktan yanan bir yolcu canını bir tekkeye atar; orada yiyecek ve yatacak yer bulur; hasta ise tedavi edilirdi.
Sonuç olarak Osmanlı Devleti, 400 yıl Afrika’yı sömürgecilerden korudu.

SÖMÜRGECİ OLMADIK
Avrupalıların Afrika’nın iç bölgelerine ilgi duymaları 18. asrın sonlarına rastlar. Kilisenin desteğiyle misyonerler, Afrika’nın her tarafına dağıldılar.
“Misyonerler geldiklerinde ellerinde İncil, bizimse topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapatıp dua etmeyi öğrettiler. Sonunda baktık ki elimizde İncil kaldı, topraklarımız ise beyazların olmuştu.” (J. Kenyatta)
19. asırda Avrupa hızla sanayileşip ucuz hammadde kaynaklarına ihtiyaç duydu. Bu durum onları Afrika’yı ve başka yerleri sömürgeleştirmeye yöneltti. Nihayet bütün Afrihızla ele geçirilerek İspanyollar, Fransızlar, İngilizler ve Portekizliler tarafından paylaşıldı.
Türkiye son yıllarda haklı olarak Afrika ülkelerine ilgi duymaya başladı. Yeni elçilikler açıldı. Osmanlı Afrikası üzerine akademik çalışmaları olan Prof. Ahmet Kavas, 2012 yılında Çad Büyükelçiliği’ne atandı. Türkiye Afrika’ya sömürgeci olarak gitmiyor. Hastaneyle, ilaçla, insani yardımla ve birlikte kalkınma amacıyla gidiyor ve iyi ediyor.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.