Bir önceki yazıda Türkiye’de din öğretiminin genel manzarasına değinmiştim. Ülkemizin her tarafında Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı, yediden yetmişe herkese kapıları açık Kur’an Kursları, Orta dereceli okullarımızda bolca dini muhtevalı çeşitli seçmeli dersler alma imkanı, çok sayıda İmam-Hatip Lisesi, yüzden fazla İlahiyat Fakültesi, Diyanet’e bağlı yüksek din öğretimi veren kurumlar ve Diyanet Akademisi vardır.
Bu ülkede 20 yıldan fazladır, geniş şekilde İslam’ı referans alan bir iktidar bulunmaktadır. Yani her seviyede dini öğrenme ve öğretmenin önünde hiçbir engel yoktur.
EMEK İSRAFI
Buna rağmen çeşitli tarikat ve cemaatlerin özel olarak öğrenci yetiştirmek amacıyla kurs, okul, medrese adı altında açtıkları öğretim eğitim kurumlarının neden var olduğuna akıl erdirmek mümkün değildir. Meşru zemindeki bu kadar imkana rağmen başka arayışlar içinde olmak küfran-ı nimettir. Bu tür alternatif kurumlar bildiğim kadarıyla ilkokul çağından itibaren öğrenci almakta, pedagojik formasyona sahip olmayan kimseler nezaretinde eğitim öğretim vermektedirler.
Bu uğurda yapılan çalışmalar, çekilen emekler ve sarf edilen paralarla ülke için daha faydalı işler yapılabilir diye düşünüyorum. Devlet kontrolündeki resmi din öğretiminde memleketimizin geleneksel anlayış ve zihniyeti dışında bir uygulama yoktur. Doğrusu bu cemaatlerin farklı ne gibi bir formasyon vermek istediklerini anlamakta zorlanıyorum.
Evet demokratik bir ortamdayız, kanunlar çerçevesinde herkes istediği çalışmayı yapabilir. Ama bir kısım ailelerin yoksulluğundan istifade edip, onların çocuklarını kendi kafalarında bir insan kalıbına sokmak gayreti peşinde olanların isabetli davrandıklarını sanmıyorum.
HERKES O’NUN KULUDUR
Bugün din ve dünya görüşü bir kursun dört duvarına sığmayacak kadar ve bir cemaatin sınırlı zihniyetini aşacak şekilde zenginleşmek ve güçlenmek durumundadır. Dini düşünce ufkumuz cemaat ve grup çerçevesini aşarak bütün Türkiye’yi, hatta insanlığı kucaklayacak boyuta ulaşmalıdır.
Zihniyet ve fikirler içinde elbette farklı görüşleri anlayışla karşılayacak bir rahatlık da olacaktır. Şu farkla ki, tevhid akidesine inanıp aynı kıbleye yönelen hiç kimseyi tekfir, tezyif ve tahfif etme cihetine gitmemek şarttır.
En iyi Müslüman benim, en doğru din anlayışı bizimkidir diye düşünmek dine zarar verir. Geniş İslam caddesini daraltmaya kimsenin hakkı yoktur. Bu konuda Peygamber Efendimizin “Kalbini yarıp baktın mı?” ikazı kulaklara küpe olmalıdır. Ne diyor Hak dostu Yunus Emre: “Has u amm, muti, asi Dost kuludur cümlesi / Kime ayıdabilirsin gel evinden taşra çık”
Yani seçkin olsun sıradan olsun herkes Allah’ın kuludur. O’nun evinden, Allah’ın mülkünden başka bir yer mi var ki, beğenmediğimiz birine “O’nun evinin dışına çık” diyelim.
Unutmamalı ki Allah şu veya bu cemaatin değil alemlerin Rabbidir. O Rabbü’l-alemin’dir.
I don’t think the title of your article matches the content lol. Just kidding, mainly because I had some doubts after reading the article.