Mehmet Demirci
14 yıl evvel bugünlerde Hakk’a yürüyen Cinuçen Tanrıkorur (d. 20 Şubat 1938 – ö. 28 Haziran 2000), ud virtüözü ve bestekârdır. Çok yönlü bir insan, adetâ bir deryâ. Bir yazı ustası. Bir söz ve hitâbet ustası. Klâsik kültür, edebiyat ve sanatımızın bir sevdâlısı. Seviyeli sanatın bir mücâhidi, yılmak bilmeyen bir savaşçısı. Mükemmeliyetçi, eğilip bükülmeyen bir karakter âbidesi. O nisbettte de çelebi ve zarif bir insan… Bestekâr, icrâcı, muharrir, hatip…
Tanrıkorur 1938 senesinde İstanbul Fâtih’te dünyâya geldi. Annesi Adâlet Hanım mûsiki eğitimi almış ve sesi güzel, ud çalan bir hanımdır. Onun etkisiyle küçük yaşından îtibâren Türk müziğiyle iç içe oldu. Yarım asır süren müzik hayatında 500 küsur beste yaptı. Kendi terkib ettiği “Şeddisabâ”, ”Zavil-aşîran” ve “Gülbûse”ismini verdiği makamlar da dâhil olmak üzere birçok değişik makamdan klâsik fasıl takımları besteledi.
Mîmarlık eğitimi aldı. 1973’ten sonra TRT bünyesinde değişik görevlerde bulundu. Irak hükûmetinin dâvetlisi olarak Bağdat’ta Müzik okulunda bir buçuk yıl vazîfe yaptı.
Konya Selçuk Üniversitesi Müzik Eğitimi Bölümü’nü kurdu. Geleneksel mûsikîmize sırf bestekâr olarak değil, ayrıca kalemiyle de büyük hizmetler yaptı. Çeşitli gazete ve dergilerde haftalık makāleler yayımladı.
“Müzik Kimliğimiz Üzerine Düşünceler” ve “Biraz da Müzik” isimli kitaplarını yazdı. Ayrıca şu eserleri vardır: Kültür ve Dil, Osmanlı Dönemi Türk Mûsikîsi, Türk Müzik Kimliği.
Sağlığında tamamlayamadığı hâtıraları, ölümünden sonra İsmail Kara tarafından yayına hazırlandı ve “Sâz ü Söz Arasında” ismiyle 2003 senesinde basıldı.
DİL KABİLİYETİ
Babası Yahyâ Kemal, Mehmet Emin Yurdakul ve Nihal Atsız’dan şiirler ezberletmiştir. Münir Nurettin Bey’ den sonra Yahyâ Kemal’in şiirlerini en çok besteleyen ikinci bestekâr Tanrıkorur’dur.
C. Tanrıkorur’un dil kābiliyeti fevkalâdedir. İtalyanca, Fransızca, İngilizce, Arapça bilirdi. Latince ve Farsça’yı anlardı. 1974’de Amerikan kültür merkezinde ilk İngilizce konferansı verdi. Konu Türk mûsikîsi.
1955 yılı, Aziz Nesin İtalya Cenova’da Altın Palmiye Mizah yarışmasına katılacaktır. 17 yaşındaki İtalyan Lisesi öğrencisi Cinuçen onun “Fil Hamdi” adlı mizahi hikâyesini İtalyanca’ya çevirdi. Bu hikâye birincilik ödülü aldı.
Bu hâdise pek bilinmez. Aziz Nesin şöyle diyesiymiş: “Benim adımla birlikte görünüp Cinuçen’in fişlenmesini istemedim..” Ama gene de Cinuçen Bey’e bir nasihat vermekten geri kalmaz, der ki: “Alaturkayla ilgilenmeye devam edersen en fazla Türkiye’de tanınırsın, Batıya açılamazsın..”
Aziz Nesin yanılmıştı. Tanrıkorur, çok sayıda yurt dışı konserleri verdi. Önceleri topluca gidiliyordu. Daha sonra sanatkârımız başta Fransa, İspanya, Almanya, Belçika, Hollanda, Tayland, Fas, Cezayir, Hindistan, S.Arabistan, İsveç, Finlandiya, Danimarka ve Amerika olmak üzere 22 ülkede uduyla icrâda bulundu.
BATICILAR
Okuduğu Güzel Sanatlar Akademisi’ni eleştirir: Tamamen batıcı ve köksüz olan zihniyeti için üzülür. Orada her öğrenci projeler yapmaya mecburdur. Cinuçen Tanrıkorur, Batı müziği ile Türk Müziğinin bir arada öğretileceği bir mekân projesi yapmayı düşünüce kıyametler kopar. Kat’iyyen kabul ettiremez ve alay ederler. Şöyle der:
“Batıcılar hep aynı yobazlık tornasından çıkmışa benziyorlardı. Kendilerine ne zaman Türk Mûsikîsinden bahsedilse bir taraflarına kızgın demir değdirilmiş gibi feryâdı basıyorlardı!”
GÜZEL TÜRKÇE
Türkçesi ve yazı dili mükemmel. “Kalemle tanışıklığım, mızrapla tanışıklığımdan eskidir” der. “Söz uçar yazı kalır” hikmetine inanmıştır. Onun için bir çok yerde yazdı: Çağrıdergisi, Son Posta, Dünya ve Son Havadis gazetelerinde, mûsikî ağırlıklı yazılar. Amerika’da Türk müziğiyle ilgili İngilizce makāleleri çıktı. Târih ve Toplum, Milliyet Sanat, Milli Kültür, Dergâh, Milli Eğitim, Kubbealtı Mecmuası, Aksiyon, Töre gibi dergilerde pek çok yazıları yer aldı.
TRT’de bir buçuk yıl süren “Meşk Zamanı” programının metinlerini yazdı. Program sunuculuğu mükemmel. Özellikle güfteleri okuyuşu… Aruzu çok iyi bilirdi. Kendisini dinleyen Abdülbaki Gölpınarlı bir gün sorar: “Söyle bakalım bu Türkçeyi nerede ve kimlerden öğrendin?” Cevap:
-İtalyan lisesinde şâir Halit Fahri Ozansoy ve Ali Nüzhet Göksel’in talebesiydim.
Gölpınarlı: “Yeter, anlaşıldı” der.
İNANÇLI İNSAN
1960’da girdiği TRT’den 1982’de ayrılmak zorundan kaldı. Sanatçı, yönetici radyo-tv programcısı, metin yazarı ve sunucu olarak görev yaptı. Müzik Dâiresi Başkanlığına kadar yükseldi. Hüzünle, gönül kırıklığıyla ayrıldı. Tazmînat vesâire yok. Sorarlar:
-Nasıl geçineceksin?
O inançlı insandı, şu cevâbı verdi:
-Bana ne yahu? O işlere bakan ben değilim. Bakın sokaktaki bir haftalık kedi yavrusunu sâhibi aç bırakıyor mu? ”Elhamdü lillâhi alâ külli hâl” ifadesi duvarda asılı bir levha olmaktan çıkıp tam bir teslîmiyet duygusu olarak vicdânımızda yaşar hâle gelmeli. O zaman ne sıkıntı ne keder kalır.
Nitekim bu sırada Avrupa’dan bir konser turnesi teklifi gelir. “TRT’den aldığım bir yıllık maaşa denk bir meblâğ verdiler” der.
ŞER Mİ HAYIR MI?
1980 yılı. Fas’tan bir davet alır, bir kültür festivaline çağrılır. O da uduyla katılacaktır. İstanbul-Paris-M
Uduna her zaman ve her yerde gözü gibi bakar. Onu hep kucağında taşır, bagaja veremez. Ankara THY terminali. Hava alanına gidecek, otobüse bagajları yerleştiren görevliyi tâkip etmektedir. Genç, ânîden döner ve sertçe uduna çarpar ve udun göğüs tahtası kırılır. Tâmir için zaman gerek. İstanbul’a varınca uçak biletlerini erteletir ve udunu tâmir ettirir, iki gün sonra gider.
Bu hâdiseden çıkardığı hikmet:
“Bize göre şer gibi görünen olayların arkasında hayır olabilir. Udum kırılmamış olsaydı binecek olduğum uçak, Paris yakınlarında düştü.”
KÂTİP
Konya’da birincilik kazanan Âyin bestesi Paris’te tek birincilik olan altın madalyayı alır. TRT izin vermediği için ödülünü almaya gidemez.
O gün en çok okunan Tercüman Gazetesi yazarı Ahmet Kabaklı tebrik eder, Türk Edebiyatıdergisi kendisiyle bir mülâkat yapar. Orada şöyle der:
“Ben o âyînin sâhibi değil kâtibiyim. Söylediler, yazdım..” Sonunda espri olsun diye sözü bir beyitle bağlamıştım: “Yoktur benim asla işe dahlim/ Ben sâdece bir kâtib-i vahyim”.
“Merhum E. Hakkı Ayverdi bu sözleri pek beğenmiş. Beni her gördüğünde: “Gel benim aslan kâtibim!” diye iltifatta bulunurdu.”
DUA VE ÂMİN
Irsî olan böbrek rahatsızlığından kurtulamadı. Uzun süre Amerika’da tedâvi görüp Türkiye’ye döndü.
İsmail Kara nakleder: Hastahânedeki ziyâretimde anlatmıştı: Neyzen Tevfik’in hastalığı ağırlaşmış. Bir dostu teselli için:
-O sana cilve yapıyor, demiş. Neyzen’in cevâbı:
-Ben O’nun dengi miyim, dengine cilve yapsın!
*
İsmail Kara anlatır:
O gece ağrılarının hafiflediği bir sırada ellerini kaldırdı.
“İsmailciğim ben dua edeyim, sen de âmin de” diyerek duâya başladı:
“Ya Rabbi! Bana sıhhat ver, beni ayağa kaldır, biraz daha çalışayım… Kendim için istemediğimi biliyorsun, şu sâhipsiz ve kimsesiz memleketim için biraz daha çalışayım… Yeter diyorsan sen bilirsin ya Rabbi… Daha ne yaptım ki! Süheyl Ünver’lere göre, Ekrem Hakkı Ayverdiler’e göre yaptıklarım ne ki?!”
Kader! 28 haziran 2000’de “irciî-Rabbine dön” dedi. O da tevekkül ve teslîmiyet içinde yola revan oldu. 62 yaşında iken Cemâl’e kavuştu. 28 Haziran 2000. Ümraniye Kocatepe Mezarlığına defnedildi. Vefâtının 14. yılında rahmetle anıyoruz.
(Geniş bilgi için bk. Sâzü Söz Arasında, Dergâh yayını)
Bir yanıt bırakın