Görmezden gelinen değerli kitaplar

Edebiyat araştırmalarında kanon (canon) diye bir kavram var. Anlamı şu: Belli bir zihniyet çerçevesinde yazılan eserler onaylanır, kabul görür, tanıtılır ve okunur. Onun dışındakiler görmezden gelinir veya reddedilir.

Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962) ve Samiha Ayverdi’nin (1905-1993) eserleri Batılılaşma döneminde geçerli modele uymadıkları için kanon dışı kaldılar, görmezden gelindiler. Tanpınar’ın 1949’da çıkan Huzur romanı hakkında 1970’lere kadar tek bir yazı çıkmadı.
Oysa Huzur, Türk Edebiyatında en başarılı 10 romandan biri sayılır. İlk romanı 1938’de çıkan Ayverdi üzerinde çalışmalar da 2000’lerden sonra başladı.

1960’lardan sonra ise edebiyat ve sanat adeta sol’un tekeline girdi, Batıcı zihniyete uymayan, sol ve pozitivistmateryalist görüşün dışında olan eserler görmezden gelindi. Günümüzde Cem Sancar da kanon mağdurlarından biridir.

Bu köşede 2 yıl önce Sancar’ın “Her İnsan Bir Ayet” adlı kitabını tanıtmıştım.
Kendisi “sol”dan gelen biridir. Dediğine göre dönüşümü kolay olmamış: “Ruhumu kızgın kazanların içinden geçirdim. Bedenim, düşmelerin, kalkmaların ülkesinde fena yaralandı” der. Ama o sızlanmamış, boynu dik, kalbi eğik kalmayı başarmış.

İKİ ROMAN

Şu sıra Cem Sancar’ın İndiragandi, (ilk baskısı 2011) ve Asmalı Mescitte Cinayet (ilk baskı 2015) adlı romanlarını okudum. (İkisinin de ikinci baskıları 2018, H. yayınları). İndiragandi’de olay, hayali bir Marmara depremi ve tsunami sonucu, yıkılıp harap olan ve özelleştirilen İstanbul’da geçer.

Romanın kişileri; dazlak kafalı fakirler, zenciler, arızalar, kalbi kırıklar, anarşistler, sınıfsızlar, yaralı ruhlar, direnişçi dervişler, Mevlevîler, Nakşîler, Melâmîler, Kalenderîler, Kızılderililer, aç köpekler, Karakafalar, Şems-i Tebrizî talebeleri, hüsranın evlâtları… Mekan daha çok Beyoğlu, Pera ve Tophane’dir. Romanda İstanbul’un geleceğindeki sosyo-kültürel yapı; din, adalet, özgürlük, eşitlik gibi temel insanî meseleler işlenir.

Asmalımescitte Cinayet’te ise dehşet verici bir cinayetin gölgesinde İstanbul’un kuytu sokakları, terk edilmiş hanları, daha çok kırık gönüllü insanları anlatılır.
Burada da mekan Beyoğlu ve Mahmutpaşa’nın küf kokulu hanlarıdır.

İKİ BİLGE

Sancar’ın samimi, canlı ve akıcı bir dili var. Beyoğlu’nun arka sokaklarını ve insanlarını gerçekçi bir üslupla anlatır.
Orhan Pamuk’un “Kafamda Bir Tuhaflık Var” romanında da benzer mekanlar vardır. Ama nerede onun zayıf ve sıkıntılı üslubu, nerede Sancar’ın canlı ve kıvrak dili! Pamuk’un kitapları yüz binden fazla satarken Sancar’ınkiler ise 3 ve 4 binle sınırlıdır. Çünkü egemen kanon ona karartma uygulamıştır. Sağ cenahta bu romanlar hakkında birkaç yazı çıkmışsa da fazla etkili olmamıştır. Aslında bu cenah fazla roman okumaz.

Sancar’ın bu romanlarında toplumun kenara savurduğu tutunamayanlara ışık olmak isteyen bilge insanlar vardır.
İndiragandi’de bu kişi Nubar’dır ve daha dinler üstü sayılır. İkinci romandaki bilge Neyzen ise bir Müslüman sufidir. İkisinin mesajları da ortak özelliğe sahiptir.

İkinci romandan hikmetli bir ifade: “Ey insan haddini bil. Ticaret ehli değilsen dükkân açma. Hal ehli değilsen ağzını açma. Büyüklerin olduğu mecliste ahkâm kesme. Körler çarşısında ayna satma. Ehil olamıyorsan bari edepli ol.
Öyle bir bak ki, bakışınla çözülsün tüm gizemler. Sen öyle bir bak ki, şifa bulsun tüm yürekler. Öyle bir bak ki, sevgili kendinden başka bir şey göremesin sende…”

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.