Şevket Süreyya Aydemir (1897-1976) önceleri Turancı görüşlere sahipti. Sonra Komünist Partiye girdi. Moskova’ya giderek Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’ne kaydoldu. 1923 yılında Türkiye’ye geri döndü. Komünist fikirleri yaymak suçuyla İstiklal Mahkemesi tarafından 10 yıl hapse mahkum edildi. 1927’de afla dışarı çıktı. Son olarak Kemalizm’de karar kıldı. Hayatını anlattığı Suyu Arayan Adam önemli bir kitaptır.
Ahmet Hamdi Akseki (1887-1951) Türkiye Cumhuriyeti’nin üçüncü Diyanet İşleri başkanı. Osmanlının son döneminde medreselerde ve yeni açılan modern mekteplerde dini ve sosyal bilimler alanında iyi bir eğitim aldı. Milli Mücadeleden sonra Ankara’ya gitti, yüksek bürokrat olarak görev yaptı.
Yakın tarihimizde bir ara İstiklal Mahkemeleri şiddetli bir rüzgar olarak esmişti. Akseki, 1920 yılında kurulan bir cemiyetin üyesi olduğu ithamıyla 1925’te Ankara İstiklal Mahkemesi’nde yargılandı. Cemiyetle ilgisi bulunan on bir kişinin idama, mahkum edildiği mahkemede suçsuz bulunarak beraat etti. 1939’da Diyanet İşleri reis yardımcılığına, ardından Reisliğe getirildi.
DİN ALİMİ VE KOMÜNİST
İstiklal Mahkemesi bir komünistle bir din alimini Ankara’da çok ilkel bir hapishanede buluşturdu. Olayı Şevket Süreyya’nın Suyu Arayan Adam kitabından takip edelim, Aydemir şöyle anlatır:
“İkinci oda arkadaşımız bir din alimiydi (Ahmet Hamdi Akseki) O, hep Allah’a yöneliş halindeydi. Bu teveccüh daimiydi. Zaten ona göre din, bir muaşeret kaidesiydi. Onun din anlayışında korkunun, cehennemin pek yeri yoktu. Allah’ını sevdiğinden tapıyordu. İslam Dininin iyi ahlaktan ibaret olduğunu söylerdi. Bu iyi ahlakın arkasında da ferdin, ailenin, milletin ve bütün insanlığın mutluluğu için lazım olan her şeyin var olduğuna inanırdı.”
Aydemir hapishane arkadaşı Akaseki’yi anlatmaya devam eder: “Daimi güleç bir yüzü vardı. O da sanki kendi evinde, kendi insanları arasındaymış gibi sakin ve müsterihti. Bizimle, çocukları, kardeşleri ve yakınları gibi meşgul olmak isterdi. Bir gece geç vakit onunla, birkaç mumu bir arada yakarak bunların alevi üzerinde bir cezve kahve pişirmeye çalıştığımızı hatırlıyorum. Kendini o kadar bu işe vermişti ve bundan o kadar temiz bir çocuk neşesi duyuyordu. Bir insanın bu kadar pürüzsüz sevinebilmesi için, onun ruh yapısının herhalde başka türlü malzeme ile işlenmesi lazımdır diye düşünmüştüm.”
MUTLU GÖRÜNME GAYRETİ
“Bazı günlerin belirli bir saatında, penceremizin baktığı Boşnak mahallesinin dar bir sokağının başında (Akseki’nin) eşiyle çocukları görünürlerdi. Aradaki mesafe oldukça uzaktı. Onlar göründükleri zaman, biz hepimiz bir şeylerle meşgul olmaya çalışırdık. Onu, hicranı ve arada mesafeler olsa da, çocuklarıyla baş başa bırakmak isterdik.
“Fakat o, böyle anlarda her birimizi kollarımızdan çeker, omuzlarımızdan kucaklar, oda penceresinin kenarına sürüklerdi. Eşine ve çoraklarına uzaktan bizleri, sanki huzur ve sükununun birer şahidi gibi gösterirdi. Sanki hepimiz iyi ve mutluymuşuz gibi, uzaktan onlara rahatlık, güvenlik duyguları vermek isterdi. O gibi anlarda biz hepimiz, kol kola ve omuz omuza, pürüzsüz bir iç rahatlığı ile güler, gülümser ve karşı duvarın dibinde, kederden ve uykusuzluktan nasıl bitkin büzülen çarşaflı kadınlara, çocuklara ümit ve kalp rahatlığı vermeye çalışırdık.”