Genç bir kuruluş olan İzmir Tasavvuf Araştırmaları Derneği, başarılı hizmetlerine devam ediyor. Ayda bir Sabancı Kültür Merkezi’ndeki konferansların geçen haftaki hatibi Prof. Dr. Ömür Ceylan, sohbetin adı: Hiçe Düşen Gölge Hz. Mevlana’yıanlamak idi
.
Genç edebiyatçı Ömür Bey’in fevkalade güzel bir hitabeti var. Kendisinden zengin muhtevalı, irfan yüklü ve doyurucu bir sohbet dinledik.
Eski Türk Edebiyatı Profesörü Ömür Ceylan1970 İstanbul doğumlu. Alanında değerli kitapları var: Tasavvufi Şiir Şerhleri, Önce Aşk Vardı, Böyle Buyurdu Sufi, Kuşlar Divanı, Seyyid Nesimi, Eşrefoğlu Rumi, Aziz Mahmud Hüdayi, Ümmi Sinan, Yitik Düşler Kervanı, Bağ Bozumu.
Kendisi halen İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi öğretim üyesidir. Ömür beyin eşine ve Katip Çelebi Üniversitesi’ne böyle bir değeri İzmir’e kazandırdıkları için teşekkür ederiz.
TERAZİDE ELEĞİ GÖRMEK
Ömür Bey sohbetine bir Mesnevi hikayesiyle başladı: Vakti zamanında bir kuyumcuya ileri yaşlarda üstü başı dökük birisi gelir. “Evladım sende terazi var mı?” diye sorar. Tezgahın üzerinde terazi görünüp durduğu halde kuyumcu “Yok baba” der. Yaşlı adam ısrar eder: “Evladım duymadın mı, terazi soruyorum, teraziyi görüp duruyorum. Neden yok diyorsun?”
Kuyumcu cevap verir: “Babacığım teraziyi vereceğim ama haline bakıyorum, sen gücü kuvveti kalmamış bir ihtiyarsın, tartacağın altın külçe değil, kırık dökük, tozu var. Tartarken elin titreyecek, yere dökeceksin. Sonra dökülen altınını süpürmek için benden süpürge faraş isteyeceksin. En sonunda da altını topraktan ayırmak üzere elek isteyeceksin. Ama bende elek yok. Elek olmayınca terazi de yok demek.”
Ömür Bey devam etti: İşte Hz. Mevlana’yı okumaya ve anlamaya çalışmak, biraz da terazide eleği görme gayretiyle ilgilidir.
SOYUNMAK GİYİNMEK
Mevlana lafızdan, sözden ziyade mana ile ilgili bir şairdir. Diyor ki: “Bu Mesnevi manadır, feulün feilat, yani vezin ve şekilden ibaret değildir.” Mevlana bir mana şairidir.
Mevleviler intisaba yani bir mürşide bağlanmaya “soyunmak” der. Meşhur bir anekdot var: Galata Mevlevihanesi’ne soğuk bir kış gününde evsiz barksız biri gelir. Amacı kış vaktinde akşamları bir sıcak çorba içmektir. O günün piri olan Şeyh Galip’e baş vurur, der ki: “Pirim soyunmaya geldim”, yani intisab etmek istiyorum.
Şey Galip adama şöyle bir bakar, üstte başta yok, der ki: “Olur, ama önce seni bir giydirelim.”
VAHDET VE AŞK
Mevlana bütün eserlerinin sadece “vahdet” olduğunu söyler. Vahdet yani birlik, teklik. Vahdet’i Mevlana icat etmedi, onu kuşandı. Vahdet İslam düşüncesinin özüdür. Vahdet bin küsur yıldır bizim özümüzde vardır, onu genetik olarak taşırız. Ama kavram zihnimizde ne kadar belirgindir?
Gerçek tevhid insanın “hiç”liğini kavrayıp hal edinmesiyle mümkün olur. Mevlana bunu “aşk”la izah eder, “Aşk yokluğun delilidir.
Mevlana’nın varlık yokluk, aşk, tevhit anlayışını kavrayabilmek için önce yüklerimizden kurtulmamız gerekir. Çok yükümüz var, modern dünyada yükümüz daha da arttı.
Önce “aşk” kelimesini ibra etmemiz, temize çıkarmamız gerekir. Zira bu kelime çok kirletildi. Mevlana der ki: “Sen şehvetin adını aşk koymuşsun. Oysa şehvetle aşk arasında ne çok uzun mesafe var.” Aşk derken ontolojik bir kavram söz konusudur, beşeri münasebetler değil.
Aşk sayesinde “var”ın kıymetini anlarız. Çünkü aşk bize “yok”u tanıtacak. Aşk marifetiyle var’ı tanıdıktan sonra insanın ne olduğu ve kainat anlaşılır ve bu iş adım adım devam eder.
Bir yanıt bırakın