Kenan Rifai hakkında

Yarın 7 Temmuz, Kenan Rifai’nin vefatının 65’inci yılı. Kenan Rifai (1867-1950) hakkında Nisan ve Mayıs ayları sonunda iki sempozyum düzenlendi. Birincisinden evvelce söz ettim. İkincisi “Rahmet Kapısı Uluslararası Kenan Rifai Sempozyumu” adıyla, Kerim Vakfı ve İstanbul B. Ş. Belediyesi’nce ortaklaşa düzenlendi. Oturumlar 30-31 Mayıs günleri Cemal Reşit Rey salonunda geniş katılımla gerçekleşti.
“Kenan Rifai’nin Hayatı Ve Şahsiyeti” adlı bildiri ile ben de katıldım. Oradan kısa bir özet sunuyorum:
Kenan Rifai’nin dedesi Filibe hanedanından Hacı Hasan Bey, oranın varlıklı eşrafından olup, yaşadığı semt bugün de kendi ismiyle anılmaktadır. Babası Abdülhalim Bey, annesi Hatice Cenan Hanım’dır. 9 yaşında girdiği Galatasaray Sultanisi’nde tamamladı.
Mezun olunca maarif hayatını tercih etti. Anadolu, Rumeli ve Medine’de, öğretmenlik, okul ve maarif müdürlüğü yaptı. Medine’de, Hamza Rifai kendisine hilafet ve ve şeyhlik icazeti verdi.
1908-1925 yılları arasında kendi yaptırdığı dergahında irşat görevinde bulundu. 7 Temmuz 1950’de Hakk’a yürüdü. Kabri Merkez Efendi’dedir.

ŞAHSİYETİNDEN ÇİZGİLER
Kenan Rifai mili duyarlık sahibiydi. Öğrenciyken tatil sonlarında Filibe’den mektebe dönerken tren Türk sınırında durduğu zaman iner, yere kapanarak öper ve nöbet tutan askerlerin boynuna sarılırdı.
Aktif ve dinamikti, Balıkesir Lisesi Müdürlüğü’nde işe başlayınca, okulda öğrenciden çok hoca bulunduğunu gördü. Müslümanlar, Hristiyan olacak korkusuyla, Hristiyanlar da Müslüman olacak endişesiyle çocuklarını okula göndermiyordu. Her iki tarafın da ileri gelenleriyle temas ederek, az zamanda mektebe iki yüzden fazla öğrenci kazandırdı.
Müteşebbis ve sebatkardı. Düşünüp taşınıp verdiği kararı uygulamak için olanca gücüyle çalışır, sonuç almadan rahat edemez. Üst üste ve kesin engeller çıkarsa bunu Hak’tan bilir ve kabullenir. Onun şu tavsiyesi ne kadar önemlidir:
“Bulunduğun yerde kalma, ileri geç. Geç de ne kadar geçersen geç. Yoksa ömrünün geçmesi, mezara yaklaşman olur.
Yürü, daha yürü… Eğer ölüm seni yolda iken yakalarsa onu Allah bilir. Yeter ki dururken olmasın…”
*
Sokakta rastladığı bir yoksula gerekli yardımı yaptıktan sonra şöyle der: “Allah’ın bir kimseyi, bir fakirin gönlünü almaya muvaffak edişi ne büyük lutuftur. Onun için ben, bana karşı uzanan ihtiyaç elini öpmek isterim.”
Şefkatli ve vefalıydı. Bir gün bindikleri at arabasının sahibi atını kamçılıyordu. “Vurma oğlum vurma” dedi ve yanındakilere dönerek: “Bu ıstırabı kendi vücudumda duyuyorum” diye ilave etti. Hiç kimsenin ve hiçbir mahlukun eziyet görmesini istemiyordu.
Affedici ve şikayetsizdi. Rahatsızlığı sırasında ziyarete gelen doktorlar alışıldığı üzere “Ne şikayetiniz var beyefendi?” diye sordukları zaman, en zor anlarında bile “Şikayet mi? Hiçbir şikayetim yok elhamdülillah” derdi.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.