KİMİN KULUSUN?

Bir zamanlar küstah ve kendini bilmez yoksul bir kişi vardı. Bir gün çarşıdan geçerken sırtında atlas elbise, belinde altın kemer olan birkaç köleye rastladı. Başını gökyüzüne çevirerek “Allah’ım kula bakmayı neden bu ihsan sahibi efendiden öğrenmiyorsun, onun kuluna bak, bir de senin kuluna!” dedi. Adam çok fakirdi, giyeceği yoktu, kışın soğuktan tir tir titriyordu. Kendinden geçmiş halde, elinde olmaksızın böyle bir söz söylemeye cüret etti.

Günler geçti, bir gün padişah o süslü elbiseler giyen kölelerin efendisine kızdı.
Onun bütün adamlarını topladı, gece gündüz tam otuz gün işkence etti. “Söyleyin, efendinin hazineleri nerede saklı? Yoksa dilinizi, boğazınızı keserim” diye tehdit etti.

Tam bir ay o kölelere gece gündüz işkence ettirdi, hepsi neredeyse acıdan paramparça oldu. Fakat hiçbiri efendisinin sırrını söylemedi. Bu sırada o yoksul, uykusunda hafifçe bir ses duydu:

“Ey ulu kişi, gel sen de kul nasıl olurmuş, efendileri için can veren o kölelerden öğren.” diyordu.
(Mesnevî, c. V)

KANAAT

Hikâyedeki yoksul kimsenin durumu, bir haddini bilmezlik, görünüşe aldanma ve hâlinden memnun olmama örneğidir.
Herkesin aynı imkânlara sahip olması mümkün değildir. Bu konuda “kanaat” diye güzel bir haslet vardır ki insanın her şartta mutlu olmasını sağlar.

Kanaat, kişinin elindekine razı olması, başkalarının imkanlarına göz dikmemesi, aşırı kazanç hırsından kurtulmasıdır.
Kanaat, bitip tükenmeyen arzuların son bulmasıyla ve dünya tutkusunun kalpten silinmesiyle kazanılır. Bu hâliyle kanaat, ahlâkî bir erdemdir.

Kanaat tembellik midir? Hayır. Kanaat yokluk içinde yaşamayı tercih etmek midir? Hayır. Kanaat üç kuruşu bir araya getiremediği için perişan bir hayat süren zavallıların sığındığı bir züğürt tesellisi midir? Hayır. Kanaat beceriksizliğin, pasifliğin, uyuşukluğun bir maskesi ve kendini aldatma aracı mıdır? Hayır.
O halde nedir kanaat?

AŞIRI İHTİRASIN İLACI

Kanaat, insanoğlunun bitip tükenmez hırslarının en iyi ilacıdır. Daha çok kazanma, ne pahasına olursa olsun daha çok maddî büyüklüğe ulaşma, gözünü madde ve para hırsının bürümesi şeklindeki korkunç hastalığın yegâne çaresidir.

Aşırı hırs ve tamahkârlık öyle kötü bir hastalıktır ki, pençesine aldığı insanı âdeta canavarlaştırır. Kişi, üç kuruş daha fazla kazanabilmek için türlü makyavelist usullere başvurmaktan çekinmez. İşçinin hakkını gözetmez. Rakiplerini yenmek için her türlü yolu mubah görür.

Bugünkü vahşi kapitalizm böyle bir hırsın ürünüdür. Bu kapitalizmin sermayesi içinde Afrika, Hindistan ve Uzakdoğu’nun zavallı insanlarının gözyaşları, alın terleri, hatta hayatları vardır.

Kanaatin, ihmalkâr davranmak veya çalışıp çabalamamakla hiçbir ilgisi yoktur. Kanaat içimizde var olan bir özelliktir. Onun ruhumuzda, gönlümüzde olması gerekir. Hırstan arınmış, elindekiyle yetinen, onunla mutlu olmasını bilen insan kanaatle bezenmiştir.

Ekonomik sıkıntı dönemlerinde öfke ve şikayetle kendimizi yıpratma yerine kanaate sarılarak ruh sağlığımızı koruyabiliriz.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.