Bugün köşemi usta yazar İslam Çupi’ye (1932-2001) bırakıyorum. Şöyle diyor:
Benim çocukluğumdaki evden eve uzanan komşuluk, sokakta bireylerin birbirlerine verdikleri selamların sıcaklığı, semtin tüm fertlerini kaplayan kolektif hayat buketi, bayramların karşılanış ve uğurlanışı, tüm bir İstanbulluluk edebi içinde geçerdi hep… Evlerin pencereleri birbirine karşı bir “kapalı rejime” hiçbir zaman bürünmez, alçak çitler ve ince demirlerle sınırlanan bahçeler, ne köpek havlamalarıyla tahkim edilir, ne de yasak levhaları ile bir “girilmez bölge”ye dönüştürülürdü. Sebze ve meyvelerin oluş takvim yaprağı düşünce dalların ve toprağın içine, tüm bahçeler, sanki hiç yazılmamış bir “kamu müştereklik kanunu”nun kapsamına girer; büyükler küçüklere şunu tembihlerdi sık sık: “Yiyeceğiniz kadar koparın.” (…) Aynı “mal fazlasını dağıtmak” büyükler ve ebeveynler arasında bir “bahçe adaleti” olur, yazın vişne, zerdali, kayısı, çilek, mürdümeriği ve şeftali gibi meyveler, kış reçeli olmak kaydı gözetilerek mübadele yolu ile semt kavanozlarına doldurulurdu. Aynı sosyal adalet çarkı, kış turşusu stoku için uygulanır, sivribiber, kırmızı ve yeşil domates, patlıcan ve lahanada, şaşmaz bir semt terazisi içinde yürürlüğe konurdu. Bir Tanrı buyruğu kesintisiz dolaşır ve denetlerdi semti sanki: “Olan olmayana verecek…”
YAŞLILARA SAYGI
Yaşlı amcaları ve teyzeleri sokakta bir kaldırımdan ötekisine büyük bir güven içinde geçirmek, aynı sınıftan insanlar bindiğinde tramvayda yer vermek, alışveriş için gidilen her türlü dükkânda sükut içinde sırayı bozmadan beklemek, babadan oğula, oğuldan toruna geçmiş ve hiç yazılmamış bir toplumcu kural vasiyetiydi. Bayramlar, ramazanlar, kandil ve hıdrellez günleri ile komşuluk ve ziyaretler de bir başka edep ve nezahat taşırdı, o dönemler. Büyümeye başladığım 1940’ların Topkapı, Pazartekke ve Şehremini’lerinde sonradan çeşitli tiplerine tanık olacağım “hırsız” denen cemiyet haşereleri, ne konuşma kavramında sözü edilen bir tanıdık kelimeydi, ne de tramvay, vapur ve açık hava cambazhaneleri gibi kalabalık yerlerde insanların cebini kalbura çeviren bir ağaçkakan…
HIRSIZLIK YOKTU
Ben çocukluğumda Pazartekke’deki evimizin iç ve dış kapılarının bir kilit tomarı ile birkaç yerden kapanıp bir şato konumuna getirildiğini hiç hatırlamadığım gibi, polisler arasında elleri kelepçelenmiş şekilde, kılığı hırpani, yüzü sakallı, suratı hain, hiçbir ev ve vesait faresine rastlamadım. İstanbul’un 50 yıl önceki yerleşim maketi, doğası, oksijeni ve iyodu ile yerleşim dizaynı, büyük bir taşra göçü altında tanınmaz kocaman bir köyün cahillik ve görgüsüzlük kulesine tırmanırken, eski insanlık, komşuluk, karşılıklı nezaket ve yardımseverlik, mezarlıklara girmiş küflü ölü bir künyeye dönüştü şimdi… 50 yıl önceki İstanbul, onu yaşayıp bu kentte yaşlanmış olanların ellerinde ve gönüllerinde tuttuğu sararmış bir kartpostaldır artık. (İslam Çupi, Hey Gidi İstanbul, İş Bankası y. 2023)
Bir yanıt bırakın