Mehmet Akif yılı dolayısıyla zaman zaman İstiklal Şairimizden söz etmeyi düşünüyorum. İstiklal Marşımızın şu beyti dikkati çeker:
“Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar/ ”Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?”
Batı Medeniyetini “tek dişi kalmış canavar” olarak gösteren Akif’i eleştirenler olmuştur. Ona medeniyet karşıtı, geri kafalı, tutucu diyenler eksik değildir. Akif’in “canavar” olarak nitelediği, Avrupa’nın bilimi veya teknolojisi değildir. Çabuk gelişen sanayisine ham madde ve ürünlerine Pazar bulmak için giriştiği insanlık dışı hareketlerdir.
Şimdiye kadar ben de böyle düşünüyordum. Ta ki Prof. Dr. Tahsin Görgün’ün “İslam-Batı İlişkileri Çerçevesinde Medeniyet Meselesi” (Endülüs yayını) adlı kitabını okuyuncaya kadar. Görgün kitabın baş taraflarında “medeniyet” kavramı üzerinde duruyor.
MEDENİYETİN ANLAMI
Buna göre “civillisation” yani medeniyet kelimesi ilk olarak Mirabeau’nun bir kitabında kullanılır. Özetle şu anlama geliyor: Fransa’da normal halkın yaşadıklarından daha farklı, aristokratların yaşadığı bir hayat tarzı vardı. Bu aristokratlar kendilerini sıradan halktan ayırmak için yaşadıkları hayatın adına da “civilisation” diyorlar. Mesela sofra adabı, selamlama adetleri, herhangi bir toplantı vesaire söz konusu olduğunda oradaki oturuş düzeni; bir düğünde kimin nasıl davranacağı gibi. Medeniyete zamanla yeni anlamlar da yüklendi.
Tahsin Görgün şöyle devam eder: “Batı Avrupalılar 19. yy.’ın başında önemli bir güç elde ettiler. Güç kazandılar, güçlü duruma geldiler. Güçlü duruma geldikten sonra yavaş yavaş bütün dünyayı istila etmeye yöneldiler.” Sanki şöyle düşünüyorlardı:
MEDENİYETTEN SÖMÜRGECİLİĞE
Biz, çok iyi bir şey olan ve sadece bizde mevcut olan Medeniyetin nimetlerinden bütün insanlığı istifade ettireceğiz. Bunu yapabilmemiz için, başka bölgelerde yaşayan insanlar bunu istemeseler de, biz onların “iyiliği” için, onlara rağmen, onlara medeniyet götüreceğiz. Kısaca bizim bütün dünyayı istila etmek gibi bir görevimiz bulunmaktadır. Bu Batılı medeni ülkelerin hem hakkı hem de vazifesidir.
Çeşitli yollarla egemenlik kuran Batılıların faaliyetleri sonunda, zayıf ülkelerde bir zihniyet değişimi de oldu. Neredeyse bütün dünyada Batı Avrupalıların hayat tarzının en doğru ve en iyi hayat tarzı olduğuna inanan ve varlığını kendi memleketlerinde Batılıların çıkarlarına hizmet etmekten alan bir kesim teşekkül ederek, bu kesim üzerinden sömürge dönemi dediğimiz bir dönem yaşandı.
SÖMÜRGECİ KÜLTÜRÜ
Devir değişti, II. Dünya Harbi’nden sonra bütün sömürgeler birer birer siyasi manada özgürlüklerini kazandılar. Ancak bu şeklen gerçekleşen siyasi bağımsızlık, gerçek “özgürlük” sonucunu doğurmadı. Eski sömürgelerde, sömüren devlete olan ekonomik bağımlılık devam ediyor. Ayrıca sömürge yönetiminin oluşturduğu kültür programının ürünü bir nesil doğdu. Bunlar kendi benzerlerini de yetiştirerek, Batı sömürge kültürünün bir süre daha etkin varlığını sürdürmesini sağlamaktadır.
Şükür ki biz siyasi bakımdan sömürge olmadık. Ancak bir kültür emperyalizmi yaşadık, yerli kültürümüzü küçümsedik. Günümüzdeki fikri sıkıntılarımızın temelinde bu iki kültür ve medeniyet arasında devam eden çatışma yatmaktadır. Ayrıca ekonomik ambargolara maruz kalıyoruz.
Adı geçen kitapta tarihi gelişimiyle birlikte bu ana fikrin ayrıntıları yer alır.
Bir yanıt bırakın